Düşüncelerimi kelimelerle buluşturmayı özlemiştim. Geçen gün katıldığım bir seminerdeki konuşmacı çok sevdiğim ve saygı duyduğum artık 80li yaşlarını gören kıymetli hocam Uğur Ersoy idi. Konuşmasında eskiden mühendis ve mimar ayrımı olmadığını, yüzyıllarca ayakta kalan eserleri inşa eden insanların dahi olduklarını ve sayılarının az olduğunu bu sebeple yapılaşmaya olan ihtiyaca yönelik sıradan insanların eğitilmeye başlanmasından bahsetti. Ben de bu konuda eğitilen sıradan bir insan olarak bu konuşmadan çok etkilendim. Evet, dahi değilim.
Ankara CamiiBir Mimar Sinan daha göremeyecek belki bu topraklar ama bu sıradanlığı aşmak için, en azından bir nebze olsun sıradışı olmak için ne gerekir diye düşündüm. Sonuç çok net. Tanımak, sevmek, yaşamak ve empati kurmak. İçinde bulundukları teknolojiyle ve ruh haliyle ortaya koydukları eserleri anlamaya çalışmak. Geçmişten ilham alıp bugünden geleceğimiz için tasarlamadıkça yüzyıl ayakta kalacak eserler asla yapamayacağız. Tek problemimiz ekonomi ve deprem olduğu sürece aynı yerde sayacağız. Tarihi yapıları anlamadıkça ekonomimizi düzeltmek ve depreme hazır yapılar inşa etmek imkansız. Anlamak ve anlatmak istediğim bir diğer tarihi eserden bahsetmek istiyorum bugün. Deprem konulu bir seminerden aldığım dergide okurken karşıma çıkan ve gözlerimle görmeyi çok istediğim bir yapı. Ankara Ahi Şerafettin (Arslanhane) Camii… Altındağ ilçesi Ulus’ta, Ankara Kalesi’nin altındaki bu yapı I.İzzettin Keykavus döneminde (1211-1220), Emir Seyfeddin Çeşnigir tarafından 13.yüzyıl başlarında yaptırıldığı kabul ediliyor. 21.5mx 25m dikdörtgen boyutlarında olan bu yapının taşıyıcı duvarlarında moloz taş kullanılmış. Bu taşlar aralarında Roma ve Bizans dönemlerine ait işlenmiş pek çok devşirme unsur barındırıyor. Arslanhane Camii üç kapıya sahip doğu, batı ve kuzey cephelerinde. Taşıma sistemi olarak 24 ahşap ayak asıl taşıyıcı görevini üstlenmiş. Yapı tek katlı olduğu için ceviz ağacından yapılma bu 24 sütun yük dengesini sağlayabilmiş. Bu sütunların her birinin başlıkları devşirme mermer, Roma-Bizans malzemelerinden yapılmış. Sütunların başlıklarında kullanılan mermer oyma teknikleriyle Dor ve Korinth tipi sütunlar oluşturulmuş.Yapının en ilgimi çeken özelliği ahşap kullanılarak yapılacak her şeyin tasarım ve mühendislik anlamında en üst düzeyde yapılması. Dönemin koşulları düşünüldüğünde hayran kalmamak elde değil… Benim her camii ziyaretimde göz bebeğim olan çinilerin en güzel kullanıldığı yer ise bu yapıda, mihrap. Selçuklu Dönemi’nin Anadolu’daki en özgün unsurlarından birisi olarak kabul ediliyor bu mihrap. Mihrap, çini, mozaik ve alçı ile oluşturulmuş aynı zamanda mukarnas nişli. Yapının içerisinde bulunan diğer bir güzellik ise mihberi… Ceviz ağacından yapılmış ve ayrıca bir eser olarak kabul edilebilir. Ağaç oymacılığı bakımından devrinin en başarılı örneği olarak kabul ediliyor. Bu kısmın kapısı, tacı, iki yan aynalıkları ve şerefe altı, kündekarinin başarılı bir örneğidir. Kündekari sanatı nedir derseniz eğer, ben de bu yapıyı araştırırken öğrendim. Kündekari dekoratif amaçlı bir doğrama tekniğidir. Bu sanatla birlikte sekizgen,beşgen, yıldız vb geometrik şekillerde kesilmiş ahşap parçaları çivi ve tutkal kullanılmadan yalnızca birbirlerine geçirilerek düz yüzeyler elde edilir. Yapıyla ilgili kalan bilgilerim çok teknik ifade içeriyor, eklemek istemedim. Umarım ilginizi çekmiştir ve oralara yolunuz düşerse aklınıza gelirim ve uğrarsınız…