
Hocalarımız, resim dersinde bize şu şekilde izah etmişti tasarım yapma kuralını: “Hiç bir zaman çizdiğiniz tasarımları silmeyin. Hatta onları saklayın, atmayın ve çalışma yaptıkça eskileriyle karşılaştırıp ne kadar ilerlediğinizin farkına varın.” Bir de tasarımı oluştururken oran-orantı kuralı vardır. Eskiz dediğimiz yardımcı çizgilerle başlar resmin dengesini kurmak.
Aynı hayat gibi öyle değil mi? Hiç bir zaman yaptığımız bir işi küçümsememek gerektiğini bilmek…
Yaşadığımız her olaydan duygularımıza yer vererek, içimizdeki hissi tanıyarak onun akışına izin vermek gibi…
Duygularımız vardır ve içimizde dışarı çıkmak için bekler onlar. Bir doğum sancısı gibi buradayız ve dışarı çıkmamıza izin ver der gibidirler aynı zamanda. Insanlar gibidir. Üzülüyorsak gülmek doğru değildir, ağlayacaksın adam akıllı. Mutluysan, nazar değer yanlış olur hesabıyla düşünmemek gerekir. Coşkun olacak, taşacaksın etrafa…
Kızdıysan git ! bırak hesabı. Bunu hissediyorum ve bunu yaşıyorum de kendine, bu duyguyu hissettiğin, hissettireceğin kişiye…
Silgi yok etmekti yazılanları. Yeniden başlamaktı, sıfırlamaktı, sıfırlanmaktı…
Ancak şekil verme ustalığı yanlış yapmaktan geçer. Usta doğulmaz, usta olunur. Önce çaylak olmak gerekir, neyi nasıl yapmalıyım düşüncesiyle ilerlerken… bilmenin yoludur yanlış saptamalarla seçilen kararlar ardından çevreyi, işi ve kendimizi tanıma süreci.
Çıraklığın en can alıcı noktası olur öğrenmedeki istikrarlı seçimle vazgeçilmeyen direniş.
Tekrarlara doyum olmayandır “ben biliyorum!” bu işi deyip, yapılan işin organizasyonunu yürütmeyi başaran kalfa…
Ve her bir hatayı mı izlemek zorunda mı kalmalıdır usta ?! Ah usta vah usta !!
Kendisi gibilerini arar usta…Kral olmak mı iyidir? Köle doğduğunu bilip, özgür olmak mı diye düşünürdüm…
Doğuştan verilen bu sorumluluk duygusu mudur zenginliğin ana noktası? Niçin her ruha yakışmadığını çözdüğünüzü hisseder gibiyim…
12.03.2021