Bilginin Kaynağı Üzerine Görüşler
Bir şeyde uçlara gitmek, geri kalan her şeyi yok saymak gibi gelir bana. Doğada varlıklar bir arada yaşar, biri varlığını diğeri sayesinde sürdürür. Gözlerimiz bedenimizin penceresidir. Bizler için veriler toplar. Ama yalnızca veridir bunlar. Korneadan ve göz merceğinden geçen ışık bir noktada toplanır burada görüntü terstir ve organizma için hiçbir şey ifade edemez. Sinirler vasıtasıyla occipital loba taşınır, veriler işlenir, görüntü düzleşir. Beynin diğer bölümleri ile de etkileşimli çalışarak birey için ne ifade ettiği tespit edilir. Burnumuz, kulaklarımız, derimiz için de benzer işlemler geçerlidir. Örneğin yukarıdaki görseli gördünüz. Peki göğün mavi, çiçeğin pembe olduğu bilgisine nasıl ulaştınız? Duyusal veriler denildiğinde çiçeğin rengi, havanın kokusundan daha fazlasını anlamamız da mümkün. Kitap okurken, literatür incelerken de veriler alırız. Bu veriler veya bilgiler ile de yeni bilgiler inşa ederiz. Kitap okurken gözlem yaparız ve yeni kuramlar oluştururuz.
Bu noktada şu iki soruyu sormak gerekir: Akıl olmasa duyusal verileri nasıl anlamlandırırız? Duyusal veriler olmasa aklımızdaki bilgileri nasıl oluştururuz? Bedenimizin dış dünyadan veri toplanmasını durdursaydık veya hiç başlamamış olsaydı yalnızca aklımızda var olanlarla bir yere kadar bilgi oluşturabilirdik belki de. Jung’un öne sürdüğü ortak bir bilincimizin olması bilginin belli ölçüde kaynağı olabilir. Bilgiyi oluşturmak için yalnızca dış dünyadan gelen veriler yetmez. Bunların belli bir bağlantıya, şemaya, analize ve bunun gibi daha birçok işleme ihtiyacı olacaktır. Bu işlemler olmadan dış dünyadaki verilerin de çok bir önemi olmaz. Veriler olmadan bu işlemlerin de bir önemi olmaz. İkisi de vardır ama bilginin oluşumu için işbirliklerine ihtiyaç vardır. Örneğin; Sir Issac Newton’dan önce yere defalarca elma düşmüştü yani veriler her daim vardı. Ama bu veriler Newton’un zihninde şekillenip bilgi oluşturdular.
Duyusal veriler dış dünyada sabitler değişim göstermemekteler çok olağanüstü bir durum olmadı sürece ama bilgiler değişmektedir. Eğer bilginin kaynağı yalnızca duyusal verilere dayansaydı; Demokritos’un atomu da Bohr’un atomu da aynı olurdu. Atom var olduğu günden beri aynı ve biz sırlarını aydınlatmaya çalışıyoruz. Ona dair bilgiler değişmekte, yeni gizemleri aydınlanmakta. Tabii bu noktada duyusal veriler için gelişen mikroskop gibi aletlerin duyusal veriler ve akıl işbirliği ile geliştiği açıktır. Bu duyusal verilerin akla girişi her geçen gün yeni bilgilerin perdesini aralayacaktır.
Yazıma bir soru ile son vermek istiyorum: Kediler damdan dama atlarken yüksekliği, yer çekimini duyusal verileri ile algılamakta ve bu verileri zihinsel işleme tabii tutup -yer çekimini durdurur gibi- atlayış hızlarını hesap edip, atlamaktalar. Bu durumda onlar içinde bilgi üretmek durumundan bahsedebilir miyiz?
Sevgi Dener
26/04/2021