Eski çağlardan beri “Merak” dürtüsü insanı hep yukarı bakmaya, göklerde ne olduğunu anlamaya itti. Kimisi gök cisimlerine taptı, kimisi bunlara bilimsel anlamlar yüklemeye çalıştı. Kimisi bu uğurda kellesinden oldu, kimisi de kellesinden olmamak için doğru bildiğinden şaştı. Fakat her daim bu serüven devam etti.
Asıl olaylar ise yakın geçmişte olağanca hızıyla yaşanmaya başladı. Sputnik-1 diye 80 kg ağırlığında 58 cm çapında bir küre ortaya çıkarılıverdi Ruslar tarafından. Baykonur uzay üssünden fırlatılan Sputnik-1 577 km yükseklikte dünya çevresinde yörüngeye oturdu. Uzay yarışı böylece kızışmaya başladı. Bunun altında kalmak istemeyen ABD “Oyunun içinde Bende Varım!” dedi. Çünkü Amerika, küçük gördüğü Sovyet Teknolojisine asla yenilemezdi.
Ruslar bu şaşkınlığı iyi değerlendirdi. Hemen Sputnik-2 fırlatıldı. Rusya, uzayın artık dünyalılar tarafından keşfedilmesi gerektiğini düşünüyordu. Dünya dışı yörüngeye çıkması hedeflenen ilk canlıda bir “Köpek” ti. Layka isimli köpek, teknoloji yetersizliğinin kurbanı oldu. O dönem mevcut teknoloji, mekiği sadece gönderiyor ama geri getiremiyordu. ABD bu kozu iyi kullanma niyetindeydi. Sovyetler, acımasız, ABD ise düzgün ilerleyen, planlı işler yapan bir devlet imajı çiziyordu. Çünkü ABD, Sputnik-1′ e cevap verememişken, görece başarılı bir Sputnik-2′ ye maruz kalmıştı.
ABD belli reformlar yapması gerektiğinin farkında idi. Bu amaçla, 29 Temmuz 1958’de NASA kuruldu. ABD’nin Sovyetlere geçildiği korkusu ile eğitim müfredatı ve eğitim sistemi baştan sona yenilendi. Okullarda fen bilimlerine ağırlık verilmeye başlandı. Aynı dönemde uzay projelerine ayrılan mali kaynaklar artırıldı.
ABD ve Sovyetler son sürat uydu fırlatmaya devam ediyordu. Fakat Sovyetler, ABD’ nin defanstan çıkarken Sovyetlere kaptırdığı topu kalesinde gol olarak görecekti.
12 Nisan 1961’de kozmonot Yuri Gagarin Vostok 1 uzay aracıyla dünya yörüngesine girdi ve o ana kadar başarılamayan geri gelişi başardı. Artık dünyadan bir canlı uzaya çıkmıştı. Bu uzay yarışının dönüm noktalarından bir tanesiydi. ABD şoktaydı. Hemen insan göndermeli projeler yapıldı. Her ne kadar sağlıklı geri dönüşler olsa da, yörüngeye oturmayan mekikler ve Sovyetleri tekrarlama ABD halkının hoşuna gitmiyordu. Başka bir şey lazımdı!
Göreve gelen ABD başkanı John. F. Kennedy bu gidişatı değiştirmeye kararlıydı. Araştırma bütçeleri neredeyse 5 kat arttırıldı, yoğun teknik personel alımları yapıldı ve adamlara resmen “Ay’ a Gideceksiniz, Nasıl gittiğiniz Önemli Değil Yeter ki Gidin!” mesajı verildi. Kennedy suikaste kurban gidince yerine gelen Johnson’ da bunu devam ettirdi. Ay’ a Gidiş ilk defa bu dönemde somut olarak dillendirildi.
27 Ocak 1967’de Apollo 1 uzay gemisinin yerde yapılan test çalışmaları sırasında kabinde çıkan yangın sonucunda üç astronotun ölümüyle sonuçlanınca projeye ara verilmek zorunda kalındı.29 Temmuz 1969’da Apollo 11 uzay aracının komutanı Neil Armstrong Aya ayak basan ilk insan oldu. Maçın son dakikasında golü bulan ABD, İşte bu tarihte uzay yarışında Sovyetler Birliği’ ni geçti ve hem psikolojik, hem teorik anlamda liderliği ele aldı. SSCB’ nin Roket Uzmanı Korolyov’ un ölümü ile de zaten SSCB’ de bütün projeler aksadı.
Artık NASA bu işte dünya lideriydi ve bu misyonla çeşitli çalışmalarına devam etti. Ürettikçe öğreniyorlardı, öğrendikçe de üretiyorlardı. NASA tamamı ile bir cazibe merkeziydi artık, bütün mühendislerin rüyasını süsleyen bir hal almıştı. Böylece seçme insanları toparlayıp, en iyi projeleri yapıyorlardı.
Gelin gelelim, iş her zaman kamuya kalırsa, ilerleme yavaşlar. Kamu da belli dinamikler ve statik bir yapı vardır. Ne kadar NASA olsan da, kamu bütçe verdiği kadar varsın :)..
ABD’ de özel sektörün işin içine el atması sağlandı. Artık NASA yalnız değildi. Her ne kadar yeni gezegen keşifleri, yeni insanlı görevler, uluslararası uzay istasyonu vb. görevler devam ettirilse de, özel şirketlerde roket teknolojilerine ve uzay madenciliği alanında yan kulvar oluşturmuştu.
Uzay SerüveniÇünkü fırlatma maliyetli bir iş ve kamu parayı sadece harcar, kaynak geliyordur nasılsa. Fakat özel sektörde işler öyle yürümez. Fırlatma maliyetleri mutlak suret ile düşürülmeliydi. NASA tipi roket teknolojisinin ilerleyişi statikti.
İticiler, yakıt gövdesi ve kabinden oluşan roketin, itilmesi tamamlandıktan sonra “Seperation (Ayrılma)” gerçekleşir, yük, kabinle ilerlerken, kalan diğer parçalar ise feda edilirdi.
İşte bu noktada “Zıpır” bir oğlan çıktı ortaya. Dedi ki: “Bu Düzen Böyle Yürümez, Roketleri Tekrar Kullanmak Lazım”.
İtici ve gövde tekrar yere insin, tekrar kullanılsın fikri işte böylece ortaya çıkıyor. 2011 yılından itibarn Space X farklı roketler üretiyor. Bazıları çok büyük başarısızlıklarla sonuçlansa da, Falcon ve Falcon 9 roketleri ile büyük başarı sağlanıyordu. Artık tek roketi indirmede kendini ispatlayan SpaceX’ in önünde çok daha farklı bir hedef vardı. Daha ağır yükleri taşıyacak bir “Yeniden Kullanılabilir Multi (Çoklu) Roket”….
Falcon Heavy, klasik Merlin Motoru kullanıyor. Merlin Motoru şu anda dünya üzerinde yapılan motor çalışmaları içerisinde en verimli itişi sağlamaktadır. Ayrıca yakıt verimi de bu motoru tercih edilir kılmaktadır. Dedik ya özel sektör “Minimum Maliyet Maksimum Fayda” 🙂
Roketlerin nasıl geri getirildiğinin detaylı mühendislik açıklamaları elbet var tabi ama burada uzun uzadıya yazıp kafa karışıklığı yaratmaya gerek yok.