
Pandemi sonrasında çalışma ve eğitim politikasının da revize edilmesi ile toplum gereksinimlerinin de yapılandığını görüyoruz. Çalışma ve eğitim mantığımızı ele alırsak mümkün olduğu kadar az masraf ile yüksek performans bekleniyoruz. Çünkü işlevsellik açısından ‘ekonomik’ olması her iki kavram için önemliydi. Pandemi ile yüz yüze eğitim ya da çalışma için yasal ilanlar kapsamında daha büyük alanlara ihtiyaç olduğu bildirildi. Bu da işlevselliğin ‘ekonomiklik ‘ kavramıyla örtüşmedi. Daha büyük mekân demek daha büyük masraf demekti. Bunun üzerine çevrimiçi süreçler sayesinde evden çalışma ya da evden eğitim alma kültürü toplum algımıza yer etmeye başladı.
Bu alışma ve gelişmeler yeni bir eğitim algısının da ihtiyacını doğurdu. Artık en iyi şekilde mesleki bilgi ve deneyimlerin yanında, uzaktan çalışabilen –uzaktan öğrenebilen nüfusun yetiştirilmesi elzem hale geldi. Yeni neslin tüm bunların dışında öğrenmeyi öğrenen ve kendinin farkında olması da bu süreçte eğiticilerin, öğrencilerini desteklemesi gereken noktalardan en önemlisi oldu. Eğitici ve eğitmene yeni rol ve gereksinimler getirmesi ile Dijital okuryazarlık, eğitime teknoloji entagrayonu, dijital araç temini, siber farkındalık, daha esnek eğitim vb yetkinlikler hem eğiticinin hem de eğitilenin donanımlandırılması gereken alan olarak görülmekte. Teknoloji becerisine sahip olmakla bu sürecin kolay adaptasyonu arasında doğru orantılı bir ilişki olsa da eğitim için öğretmenlerin dersi anlatma becerileri, öğreneler için teknolojiyi öğrendiklerini yansıta bilmek için kullanabilmeleri ve çalışma ortamı için mesleki bilgisini teknoloji ile transfer edebilme bakımından da yetenekli olmaları gerektiğini görmekteyiz.
Bunlara ek olarak insanın ruh sağlığını destekleyen bir düzenlemeye de ihtiyacımız olduğu aşikârdır. Rousseau, doğayı temel alarak ruhun bile bir vücuda ihtiyacı olduğunu, vücudun ihtiyaçlarının toplumsallığın temelini oluşturduğunu ileri sürer. İnsanın doğası gereği hareket halinde olması gerekmekte, kendini ifade edebileceği bir ortama ihtiyaç duymaktadır (varoluşunu ispatlama). Aristoteles de insanın doğası gereği toplumsal bir varlık olduğunu ileri sürer. Aristoteles’e göre insan, “zoon politikon”dur, yani sosyal-siyasal bir varlıktır. Bu sebeple, bu dijitalleşen ortamlarda insanların sosyalleşebileceği imkânlar sunulmalıdır. Uzaktan gerçekleşen bu süreç insanların yalıtılmasına hizmet etmemeli, sosyalleşmesine ve çalışma ortamı ya da eğitim ortamındaki insanlarla etkileşim halinde olmasına olanak sağlamalıdır. Böylelikle uzaktan gerçekleştirilen eğitimin de çalışma ortamının da en önemli motivasyon kaynağı olan aidiyet duygusu verilmiş olacaktır.
Eğitim alanında pandemi ile popüler olan ” Uzaktan Öğretim” kavramı bizim için mecburi ama faydalı bir adım oldu. Fakat Uzaktan Öğretim ’in tam olarak ne olduğu ve nasıl olduğu anlaşılamadı. Bizim algıladığımız ya da süreçte gözlemlediğimiz eğitim tam olarak Uzaktan Öğretim değildi. Bu açıdan bazı yanlış anlaşılmalarla Uzaktan Öğretim aforoz edilmek istendi.
Uzaktan Öğretim; zamandan ve mekândan ayrı gerçekleştirilen planlı ve programlı bir süreçtir. İlk olarak mektupla başlayan bu öğretim süreci zaman içerisinde teknolojinin gelişmesi ile radyo ve televizyon yayını, açık üniversite, telekonferans ve son olarak internet ve web tabanlı olmak üzere evrime uğramış diyebiliriz. İnternetin, akıllı telefonlara kadar gelmesi ve de bilgisayarların taşınabilir olması sonucu artık mekân kısıtlaması de minimuma inmiş görünmekte. Uzaktan Öğretim, geleneksel öğretim anlayışının dışında öğrencinin daha çok kendini tanımasına, öğretmen denetiminden sıyrılıp kendi öz denetimini ile öğrencinin aktif katılım göstermesi, teknolojik hazır bulunuşluk ihtiyaçlarının artması ve daha geniş kitlelere hitap etmesiyle eriştiği kişilere farklı yeterlilikler edinmesine sebep olmuştur.
Uzaktan Öğretim tanımlarken fark edilmiştir ki dersler, bazen eş zamanlı olmayan video derslerle zamandan ayrı işlenmiştir. Evet. Mekândan da ayrıydık sınıfta değil evimizde eğitimimize devam ettik. Peki, gerçekten planlı mıydı bu yapılan eğitim? İşte farkında olmamız gereken noktalardan birisi tam olarak burası. Uzaktan öğretim; öncesinde planlanmış, programlanmış olması gerekmekte. Fakat pandemi ile bizim yüz yüze yaptığımız eğitimi çevrimiçi ortama plansız, programsız entegre etmemiz ise Acil Uzaktan Öğretim Süreci’ idi. Bu nedenle birçok dezavantajda beraberinde geldi. Öğrencilerin motivasyonları, akademik başarıları, dijital ihtiyaçları, hazırbulunuşlukları hiçe sayılarak eğitim verilmesi gerekildi. Fakat bu sistem uzaktan yapıldı diye tam olarak Uzaktan Öğretim yaptık anlamına gelmedi.
Ayrıca bir diğer kavram karmaşası da Açık Öğretimin Uzaktan Öğretim olduğunun düşünülmesidir. Kapsam olarak Açık öğretim, Uzaktan Öğretimin bir alt kapsamıdır diyebiliriz. Ancak Açık öğretim, öğrenim stratejisi, tekniği, öz yeterliliğinin farkında olma vs. sorumlulukların tamamen öğrenciye bırakıldığı bir düzen. Çok yüksek öz bilinç, denetim ve planlama isteyen, başarının da başarısızlığında sonuçlarını öğrenenin üstlendiği bir platformdur. Uzaktan Öğretim de eğitim alanın sorumluluğunun fazla olduğu fakat yöntem, teknik bakımından öğrenciye rehberlik eden öğretmen desteğinin de olduğu bir platform. Bu ikisi arasında benzerlikler var fakat tamamen birbirinin aynısıdır diyemeyiz. Öğrencilerin Uzaktan Öğretime alışmaları ve akabinde yüz yüze eğitimin ülkemizde başlaması ile birçok öğrenci Örgün Eğitim’den, Açık Öğretim’ e kayıtlarını almaya başladılar. Farklı farklı sebepleri olan öğrencilerin kimi bu kavram karmaşasından dolayı kimi ise hayatın getirdikleri ile eğitimine açıktan devam etmek istediklerini söylemekte olsa da yeni bir eğitim algısının oluştuğu aşikâr ve bizim eğitim sistemimizin de adaptasyonu bu algı çerçevesinde düzenlenmesi gerekmektedir. Artık öğrenci profili sınıflara tıkılmak değil daha çok gerçek dünya ile iç içe, yaparak yaşayarak öğrenildiğinin farkına vardı. Yıllardır verilen sınıf içi eğitimin, yıllar sonra bir iş ortamına girildiğinde sınıfta alınan bilgilerden çok farklı olduğunu, aldıkları eğitimin teorik olarak donanımlı, deneyim ve tecrübe bakamından yoksun bireyler yetiştirdiğini çok önceleri anlaşılmıştık. Fakat Uzaktan Öğretim’in hayatımıza girişiyle farklı bir yolun olabileceğinin farkına varan yeni nesil aslında sınıf ortamlarından çıkarak eğitimin yeniden revize edilmesi için biz eğitimcilere artık zamanının geldiğini gösterdiler. Göz ardı ettiğimiz ve eski eğitim düzenin koruyucuları rolünü üstlendiğimiz müddetçe yeni eğitim algısının gerisinde kalacağımızı kabul etmeliyiz. Eğitim sistemimiz bize öğrenenin neyi öğrendiğinden ziyade, öğretmemiz gerekenlerin ne kadarını öğrendiğiyle ilgilenmekte. Öğrenenin neleri öğrendiği ve neleri üzerine koyabiliriz bizim asıl hedefimiz olmalı. Fakat sınavla öğrenci başarı seviyesine karar verdiğimiz bu sistem öğrencilerimize daha yolun başında kendini yetersiz hissetmelerine neden olmaktadır. Bir, üç, beş derken kaybettiği tüm sınavlarda kendi öz saygısını kaybetmektedir. Fakat yeni düzenle öğrencinin ön bilgilerini ölçen ve ona göre öğretim yolunu belirleyen yapay zekâlarla bireyselleştirilmiş bir öğretim mümkün olabilir. Şuanda büyük süreçler ve maliyetler gerektirdiği düşünülen bu yönelim okullarda ki derslerin online olması içinde aynıydı. Aslında başlamak, denemek, yanılmak, düzenlemek bizi doğru yola ulaştıracaktır. Başlamadan karar verip sonucundu olmayacağına inanmak sadece bizim zihinsel engellerimiz. Teknik beceri gerektiren derslerin adaptasyonlarına online eğitim sürecine geçmeden önce hatta o süreçte bile imkânsız gözüyle bakılırken şuan daha işlevsel olabilmesi için uğraşılarak bu eğitmelerin de gerçekleştirilebildiğini görüyoruz. Eğitim hem hayatın içinde insanı aktif kılan, uygulamaya dönük hem de teorik olarak donanımlandırılarak gerçekleştirildiğinde çok daha etkin bir gelecek yaratacak. Kaldı ki öğrencilerin örgün eğitimden ayrılmaları ve açık öğretime yönelmeleri (doğruluğu tartışılır) , birçok ek eğitimi online almaya başlamaları (dil, kodlama, e-kitap vs.) da tam olarak böyle bir eğitim istediklerinin kanıtı olduğunu gösteriyor bize.