TUMBERİO

Blog Yazarı
Bilge Sevil ASLANv

TUMBERİO

Köle bütünüyle başka bir insanın ‘malı’ olan ve alınıp satılabilen kişidir. Bir çok biçimi, tanımı hatta çeşidi olsa da en basit şekliyle kölelik, hiçbir hak ve özgürlüğe sahip olmadan ‘sahip’ tarafından söylenenlere her ne olursa olsun itaat edilmesidir. Yani fark ettiğiniz veya bildiğiniz üzere insancıl olmayan bir durumdur. Ancak her ne kadar kölelik insana yakışmayan bir durum olsa da hemen hemen insanlığın başından beri yani Amerika keşfedilmeden çok daha önce hemen hemen her toplumda çeşitli adlandırmalarda kölelik vardı ve her şeye rağmen var olmaya devam etti. Bunda kölelerin üretimdeki büyük etkisi dolayısıyla ekonomiye ciddi katkılarda bulunmasının da katısı vardı. Yine de Aristonicos, Spartacus ya da Crassus gibi eski çağlardan başlayan çeşitli köle ayaklanmaları oldu ama sadece üretimin bel kemiği olması değil, aynı zamanda ‘efendilerine’ daha rahat bir yaşamı sağlayan kölelerden vazgeçmek veyahut köleliğe karşı gelmek bir çokları için ‘akıllıca’ olmamıştı. Bu yüzdendir ki Antik Yunandan, Sümerlilere ya da biraz daha ilerlersek ve Amerika’ya kadar dünyanın farklı yerlerinde farklı zamanlarda köleliği görmek mümkün oldu. Yine de köleliğin ‘altın çağı’ Amerika’nın keşfi ile başladı; hem yayılması hem de sonunda ‘yasaklanması’ ile.

Yeni kıta işlenecek birçok maden, tarla ve uğruna çalışılacak yeni efendiler yarattı. Önce Amerikalı yerliler yani Kızıldereliler daha sonra da Afrikalılar yeni kıtanın yeni efendileri tarafından ‘cömertçe’ sömürüldü. Bu insanlar sadece sayıdan ibaretti; çoğu sağlıksız koşullarda hastalıklardan ya da zaten adı çoktan “ölü taşıyıcıları” olarak konulmuş gemilerde havasızlıktan öldüler. Bu dönemde, bazı tarihçilere göre 12 milyon insan Afrika’dan yeni dünyaya ‘zorunlu’ olarak taşındı ki bu iyimser bir rakam zira bazılarına göre bu rakam 40 milyon dahi olabilir. Madenler, tarlalar ve sonrasında fabrikalar; Amerika ve etkisini hissettirdiği tüm Dünya köleler her iş kolunda acımasızca çalıştırıldılar ve artan üretim yani bolluk herkesi mutlu etti tabi çalışanlar harici herkesi. Ancak takvimler 1862’yi gösterince Abraham Lincoln köleliği tamamen kaldırılacaktı. Amerika’da için geçerli olan köleliğin yasaklanması ancak 1926’da zamanın Milletler Cemiyeti tarafından tüm dünyada kaldırılabildi. Peki, bugün kölelik gerçekten bitti diyebilir miyiz?

Maalesef görünen o ki kölelik hala devam ediyor. Bazılarımız için kölelik, tıpkı 200 yıl önce hiç bilmediği bir kıtaya zorla götürülen Afrikalılar gibi devam ediyor. Mesela insanların bir kısmı zehirli gazların içinde zorla çalıştırılmakta, bazılarımız 50 derece sıcaklıkta güneşi görmeden para kazanmaya çalışıyor ya da mesela mülteciler veya yoksul aile çocukları yani en korunmasız olanlarımız zorla alıkonulup fuhşa dahi zorlanıyor. Sonuçta bu ve benzeri koşullar altında Uluslararası Çalışma Örgütü dünyada 30 milyona yakın köle bulunduğunu rapor etmekte.

Öte yandan dünyanın başka bir kısmi köleliğin yeni bir versiyonunu yaşıyor; modern kölelik. Her sabah uyanıyor takım elbisesini ya da topuklu ayakkabılarını giyiyor ve modern zaman köleliğini devam ettirmek adına sonsuz psikolojik ve hatta fizyolojik baskılarla dolu iş yerlerine büyük bir istekle gidiyor. Mesela gün boyu ağır yükler taşımadığı için kendini köle olarak değerlendirmeyen insanlar 8 saat masa başı mesainin getirdiği kronik bel ağrılarının mahkumlar. Ama asıl mesele bu değil, modern kölelik demek ‘kölelerin’ gönüllü olarak köle olmasıdır. Köle olduğumuzun farkına varmadan daha da fazla çalışmaya devam ediyoruz. Tıpkı koşmayı bırakamayan hamsterlar gibi; önce iyi bir işe giriyoruz ve sonra takım elbiselerimizi ya da ayakkabılarımızı almaya başlıyoruz. Bunlar yani para harcama özgürlüğümüz olarak tanıtılan şeyler oysa her ay belki de her hafta alınan bunca kıyafet, ayakkabı, mutfak malzemesi kısaca gereksiz yere harcanan onca para bizi her gün daha fazla borçlandırmaktan öte gitmiyor. Başka bir deyişle tüm bunlar özgürlüğümüzü elimizden alıyor; daha fazla tüketmek için daha fazla borçlanıyoruz ve borçlandıkça daha fazla çalışmak zorunda kalıyoruz. Ya da daha fazla alabilmek için daha çok para kazanma derdinde oluyoruz. Dolayısıyla kölelik deyince bir çoğumuzun zihninde canlanan tarlalarda ağır şartlarda bir kuru ekmek ve başını sokacak bir çatı için çalışan kölelerden değil artık bunlara sahip olduğu için yıllarca borçlanan ve çalışmak zorunda kalan modern köleler oluyoruz! Yani Jean Jacques Rousseau’nun dediği gibi peşinden koştuğumuz para bizi kölelere dönüşüyor, eldeki paramızla hürriyetimizi sağlayabilecekken!

Sonuçta adına ne derseniz deyin; o veya bu şekilde bu yüzyılda dahi insanlığın en büyük utançlarından biri olan kölelik kendini yeni boyalarla boyayarak varlığını devam ettiriyor. Daha da vahimi insanlar da kölelik için gün geçtikçe daha istekli ve destekçi oluyor. Ama eğer siz kendinizi daha iyi bir konumda hissediyorsanız yani zincirleriniz daha hafifse sizin için, sesinizi Haiti’de ömürleri boyunca hiç bir eğitim ve hatta ailelerini görmeden zenginlere hizmet eden yoksul ailelerin çocukları için çıkarın, konserine bilet almak için bir ay sabah yediden akşam beşe kadar çalışmak zorunda olduğunuz şarkıcılar için değil. Eğer kendinizi şanslı sayıyorsanız Libya’da kafeslerde tutulan 700.000 mülteci için bir ses olun. Belki hiç birimiz tek başımıza bir çözüm değiliz ama köleliğin hala var olduğu gerçeğine sırtımızı dönmediğimiz sürece hepimiz çözümün birer parçasıyız. Eğer kendinizi şanslı sayıyorsanız ki umarım öylesinizdir kendiniz için de ses çıkarın. Çünkü insanlık bu utanca daha fazla sessiz kalmamalı!

6 YORUMLAR