Siyasi İktidar En Temel Hukuk Kurallarını Çiğneyerek, İş Güvencemizi Elimizden Almaya Çalışıyor

“İş Kanunu İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” olan son torba yasa düzenlemesi görüşmelerine TBMM Genel Kurulu`nda devam edilmektedir. Torba yasa düzenlemesi içinde; Soma`da yaşanan kitlesel işçi cinayeti sonrasında yeniden gündeme gelen taşeron çalışmaya ilişkin düzenlemelerden madenlerdeki çalışma koşullarına, patronlara sigorta ve prim aflarından, trafik cezalarının affına kadar envai çeşit konuda değişiklik yapılmasını öngören birbiri ile bağlantısız çok sayıda yasa değişikliği bulunmaktadır.

AKP hükümeti, yıllardır yasama faaliyetinin özünü zedeleyen bir yaklaşımla, birbiri ile uzaktan yakından ilgisi olmayan çok sayıda yasa değişikliğini, tek bir torbaya koyarak, “bir taşla bütün kuşları vurmak” istemektedir. Hükümetin 30 Mayıs`ta 60 madde olarak Meclis`e sunulan torba yasa tasarısı alt komisyonda 106 maddeye çıkarılmış, taşeronda çalışan işçilere ve maden işçilerine müjde diye olarak sunulan sözler tutulmadığı gibi, kamu emekçileri yeni hak kayıpları ile karşı karşıya bırakılmıştır. Özellikle iş güvencesinin etkisiz hale getirilmesi için en temel hukuk kurallarını bile yok sayan yasa değişikliklerinin gündeme getirilmiş olması, siyasi iktidarın emekçi düşmanı politikalarının geldiği noktayı görmek açısından önemlidir.

AKP hükümetinin uzunca bir süredir, mahkemelerin tamamını kontrol altına almaya çalıştığı ve bunu önemli oranda başardığı bilinmektedir. İstemediği biçimde verilen tek yargı kararına bile tahammülü olmayan hükümet, bir süredir istemediği bu tür mahkeme kararlarını da boşa çıkarmak için girişimlerde bulunmaktadır.

Anayasanın 138. maddesinin 4. (son) fıkrası “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” kuralını içermektedir.

Bugün değiştirilmek istenen 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun ‘Kararların Sonuçları` başlıklı 28/1. maddesinde “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.”

28. maddesinin 3. fıkrasında “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabilir.”

4. fıkrasında da “Mahkeme kararlarının (otuz) gün içinde kamu görevlilerince kasten yerine getirilmemesi halinde ilgili, idare aleyhine dava açabileceği gibi, kararı yerine getirmeyen kamu görevlisi aleyhine de tazminat davası açılabilir.” hükmüne yer verilmiştir.

21 Şubat 2014 tarih ve 6526 sayılı Yasa 2577 sayılı Yasanın 28. maddesinde yapılan bir değişiklikle kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, görevden alma, göreve son verme, naklen veya vekâleten atama, yer değiştirme, görev ve unvan değişikliği işlemleriyle ilgili olarak verilen iptal ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin mahkeme kararları, dava konusu edilen kadronun boş olması hâlinde bu kadroya, boş olmaması hâlinde ise başka bir kadroya atanmak suretiyle yerine getirileceği kurala bağlanmıştır. Buna göre yönetimin görevden aldığı kamu görevlisi, boş kadro yok denilerek, mahkeme kararıyla bile eski görevine dönemeyecektir.

Hukuk güvenliği ilkesini yok sayan bu değişiklik hükümete yetmemiş olacak ki, Torba Yasaya eklenen bir madde ile (Madde 82) kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, görevden alma, göreve son verme, naklen veya vekâleten atama, yer değiştirme, görev ve unvan değişikliği işlemleriyle ilgili olarak verilen iptal ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin mahkeme kararlarının gereği iki yıl içinde yerine getirilebilecektir. Üstelik bu tür işlemler, yine aynı maddede yer alan değişikliğe göre, aile bütünlüğünüz bölünmüş, çocuklarınızın eğitimleri olumsuz biçimde etkilenmiş, bakmakla yükümlü olduğunuz kişilerin yaşamları tehlikeye girmiş olsa da telafisi güç veya imkânsız zararlar doğurmayacaktır. Dolayısıyla bu tür davalarda yürütmenin durdurulması kararı da verilemeyecektir. Örneğin, Edirne`de görev yapan bir kamu emekçisi ihtiyaç var veya soruşturma gereği denilerek Ardahan`a atandığında dava açabilecek, dava, Yasa uyarınca telafisi güç ve imkânsız zarar doğurmayacağı için iki yıl sürebilecek, iki yılın sonunda lehine bir karar verildiğinde, idare uygulanması için iki yıl daha bekleyebilecektir. Üstelik ne kadar büyük bir haksızlık yapılırsa yapılsın, bunu yapan kamu görevlileri aleyhine soruşturma başlatılamayacak, dava açılamayacaktır.

Geçmişteki önemli bir dizi korkuyla çok büyük hatalar yapılmış, hukuk askıya alınmıştır. Bugün yapılmak istenen de budur. “Komünizm Korkusu”, “Bölünme Korkusu”, “Şeriat Korkusu” üzerine yapılanların, bu korkular ne kadar haklı olursa olsun, ne düzeyde dramatik sonuçlara yol açtığı bilinmektedir. Bugün de “Paralel Devlet, Cemaat Korkusu” ile hukuk devleti ilkesinden uzaklaşılmaktadır. Hukuk dışı iş ve işlemlere neden olanlarla, ancak hukuk devleti olarak ve hukuksal yöntemlerle mücadele edilebilir. Aksi takdirde geçmişte olduğu gibi birçok sorunla karşılaşılacaktır.

Yapılmak istenen bu değişiklik, daha önce belirtildiği gibi Anayasanın 138. maddesinde yer alan “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” kuralına, dolayısıyla Anayasaya açıkça aykırıdır.

Hukuk, iktidarın, yaptıklarına meşruiyet kazandırmak için kullanacağı bir araç değildir, olmamalıdır. Bu nedenle yargı bağımsızlığının son kırıntıları ile hukuk devleti ve hukuk güvenliğini tamamen ortadan kaldırmaya yönelik bu öneri bir an önce geri çekilmeli, çekilmeyecekse Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca reddedilmelidir.

Hukuk devleti ilkesi ayaklar altına alınmıştır
Bir ülkede asgari ölçülerde de olsa hukuk devletinden söz edilebilmesi için kamu gücünü kullanma yetkisine sahip olan idarenin, bağımsız yargı organlarınca denetlenmesinin büyük öneme sahip olduğu kabul edilmektedir. Yargı denetimi, yönetilenlerin temel hak ve özgürlüklerinin korunması için zorunludur. Bu nedenle hukuk devletinde yargı denetiminden vazgeçilemez. Ancak idarenin bağımsız yargı organlarınca denetimi hukuk devletinden söz edilmesi için yeterli değildir Ayrıca idari yargı organlarınca verilen kararların idare tarafından uygulanması da gerekir. Bu nedenle yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarına uymak zorunda oldukları, bu organlar ve idarenin, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremeyecekleri, bunların yerine getirilmesini geciktiremeyecekleri Anayasal bir kural olarak öngörülmüştür. Zira hukuk devletinin polis devletinden en önemli farkı da budur.

Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini gerçekleştiren, anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde, anayasanın ve yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlettir.

Sonuçta bireylerin haklarını kullanmalarını zorlaştıran ya da doğmuş olan haklarının hiçe sayılması anlamına gelen her tür yeni düzenleme ve uygulamanın, ister idare isterse yasama ya da yargı elinden çıksın, hukuki istikrarı bozmayacak şekilde tasarlanması gerekmektedir.

Hukuk devletinin temel öğelerinden biri güvenilirliliktir. Hukuk devleti, tüm eylem ve işlemlerinde yönetilenlere en güçlü ve en kapsamlı şekilde hukuksal güvence sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur. Hukuk güvenliği, diğer bir ifadeyle ‘güvenin korunması ilkesi` de ilgilinin hukuki durumunun süreceğine olan güveni dolayısıyla hayal kırıklığına uğratılmaması anlamına gelir. Güvenin korunması, her zaman mevcut bir hukuki durumun dokunulmazlığı anlamında olmasa da, her düzenleme değişikliğinde yasakoyucunun göz önünde bulundurması gereken bir husustur. Halkın Devlete olan güveninin korunması da ancak hukuk güvenliğinin sağlanmasıyla mümkündür. Bu yönüyle, Hukuk Devleti`nin önemli bir unsuru olarak Hukuk güvenliği, yalnızca hukuk düzeninin değil, aynı zamanda belirli sınırlar içinde, bütün Devlet davranışlarının, az çok, önceden öngörülebilir olması anlamını taşır. Hukuki güvenlik sadece bireylerin devlet faaliyetlerine duyduğu güven değil, aynı zamanda yürürlükteki mevzuatın süreceğine duyulan güveni de içerir. Buradan hareketle, Hukuk Devleti`nde İdare`den beklenen, İdarenin de yasakoyucu için geçerli olan açık ve güvenilir olma yükümlülüğüne uygun davranmasıdır.

Kamu emekçilerinin hukuksal güvencesi yargı denetimi dışına çıkarılamaz
Torba yasa ile kamu emekçilerine yönelik olarak yapılan değişikliklerin amacı hükümetin memurlarla ilgili tüm tasarruflarını yargı denetimi dışına çıkarmaktır. Böylece idare hukukunun temeli olan “idarenin her türlü eylem ve işlemi yargı denetimine tabidir” ilkesi işlemez hale getirilmiş, hükümetin kamu emekçilerine yönelik keyfi tasarrufta bulunmasının önü açılmıştır. Hükümet siyasal olarak cezalandırmak istediği kamu emekçilerini bu düzenleme ile kolaylıkla sürebilecek veya memuriyetten çıkarabilecektir.

Torba yasa tasarısında yer alan bu hükümlerin tek anlamı kamu emekçilerinin iş güvencesinin yeni bir tehdit ile karşı karşıya kalması ve bu konuda hükümete mevcut yasal sınırları da aşan yetkiler verilmesidir.

Hükümet artık siyasi olarak cezalandırmak istediği memur hakkında kolaylıkla ve hukuksuz bir biçimde görevden alma, göreve son verme, naklen veya vekâleten atama, yer değiştirme, görev ve unvan değişikliği işlemleri yapabilecektir.
İdarenin bu işlemleri eskiden olduğu gibi “telafisi güç veya imkansız zararlar doğurmuş” sayılmayacak ve bunlar hakkında yürütmeyi durdurma kararı vermek imkansız hale gelecektir.
Hükümetin bu kararlarıyla ilgili olarak ilgili açılacak davalarda verilen yargı kararları iki yıl süreyle uygulanmayacaktır.
Memur idari yargıdan yürütmeyi durdurma ve iptal kararı alsa bile işe yaramayacak çünkü iki yıl sonra memur aynı kadrosuna dönemeyecektir.
İki yıl sonra bile yargı kararları uygulanmazsa yargı kararlarını uygulamayan kamu görevlileri ceza soruşturma ve kovuşturmasından muaf tutulacaktır.

Torba yasayı, muhataplarına ve onların taleplerine göre değil, kendi siyasal ihtiyaçlarına göre düzenleyen hükümet, asıl temsilcisi olduğu kesimlerin vergi, sigorta ve prim borçlarını affederken, küçük esnafa ve vatandaşa getirilen üç kuruşluk af ile asıl yapmak istediklerinin üzerini örtmeye çalışmıştır. Bütün bunları yaparken fırsat bu fırsat diyerek çeşitli nedenlerle görevden alınan ve sürgün edilen devlet memurlarının eski görevlerine dönmesini engelleyici düzenlemeler yaparak, kamu emekçilerinin iş güvencesini adım adım ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.

AKP hükümeti, son torba yasa düzenlemesi ile mevcut hukuk kuralları ile sınırlanan yetkilerini aşarak, örneğin herkesi istediği yerde çalıştırıp, istediği yere sürgün etme yetkisini elde etmeye çalışmakta, bu anlamda en temel hukuk kurallarını bile yok saymaktadır. Torba yasa ile getirilen değişiklikler ile bir süredir tartışılan ve devlet memurlarının siyasi iktidarın çizgisinde siyasallaşması, başta eğitim ve sağlık alanı olmak üzere, kamuda yönetim kademelerde (eğitimde yapılmak istendiği gibi) siyasi iktidarın kadrolarının yer alması hedeflenmektedir. Bunun tek anlamı, Başkanlık sisteminin uygulandığı ülkelerde görülen “hükümet memurluğu” modelinin Türkiye`de adım adım hayata geçirilmek istenmesidir. Bu nedenle sorunu sadece torba yasa düzenlemesi olarak görmek mümkün değildir.

Önümüzdeki dönemde hayata geçirilmek istenen esneklik ve güvencesizlik temelinde oluşturulacak yeni personel sistemiyle yapılmak istenenleri sadece kamu emekçilerini ilgilendiren basit bir “yasa değişikliği” olarak görmemek gerekmektedir. Kamu emekçilerinin son kalesi olarak ifade edilen iş güvencesinin adım adım gasp edilme sürecini, sadece kamu hizmetleri sunanlar açısından değil, bu hizmetlerden yararlananlar açısından da değerlendirmek ve ona göre hareket etmek, bugün her zamankinden daha önemli hale gelmiştir.

Editör
Türkiye Eğitim Kampüsü - İlkokul ortaokul lise üniversite eğitim etkinlikleri duyuruları.