Sınıfta Neler Oluyor?

Blog Yazarı
‪Ayça Karaşahinoğlu Fackler

Sınıfta Neler Oluyor?

TEOG’un tarihe karışmasıyla birlikte neden ilköğretimden ortaöğretime geçiş için önerilen yeni yolun ve bu yolun eğitimdeki fırsat eşitliğine ilişkin yansımalarının üzerine düşünülmesi gerektiğini küçük bir karşılaştırmayla paylaşmak istiyorum.

Bu yazı, Amerika Birleşik Devletleri’nin güneydoğusunda sosyoekonomik düzeyi eyalet ortalamasının oldukça altında olan bir bölgede yer alan devlet okulunda sekizinci sınıf Fen Bilimleri dersinden bazı gözlemler içermektedir. Sınıf gözlemleri, eğitim ve öğretime ilişkin hiçbir kitapta bulamayacağınız detaylara tüm doğallığı içinde açık ve net bir şekilde ulaşmanızı sağlar.

Bu sınıfa adım attığınızda dikkatinizi çeken ilk şey sınıf duvarlarındaki grafiti sanatı. Her ne kadar ülkemizde grafiti vandalizm olarak değerlendirilip suçla ilişkilendiriliyor olsa da grafiti, bu sınıfta tam anlamıyla sıcak ve entegre edici bir hava estiriyor. Sınıf tahtasının hemen yanında öğretmenin kendi düğün fotoğraflarını sergilediği panoyu görünce öğretmen ile öğrenciler arasındaki samimi ilişkiyi hayal etmek hiç de zor olmuyor. Tahtanın hemen üzerinde “Hata yapmaktan çekinme. Hata, denediğini gösterir.” yazıyor. Kaçımız emin olmadığı konuda konuşabildi sınıfta? Okula müfettiş geleceğini duyduğunda başarısız bulduğu öğrencilere o gün okula gelmemelerini söyleyen öğretmenlerimiz var bizim.

Sınıf

Sınıftaki bir başka fiziksel detay ise duvarda boydan boya uzanan kitaplık. Bu konuda, Türkiye’deki yüksek lisans eğitimim boyunca hep eleştirdiğim bir nokta vardı. “Evdeki kitap sayısı“ öğrencinin başarısını nasıl etkiliyor? Bu soru etrafında odaklanmış bir dolu araştırma bulabilirsiniz. Peki neden sınıfta kaç kitap olduğuyla ilgilenmiyoruz? Velinin çocuk için bir kütüphane yaratmasını bekliyorken ne yazık ki sınıfta öğrenciye sunulan şey soğuk, gri, ve boş duvarların ötesine geçemiyor.

Hayranlık yaratan fiziksel olanaklar bunlarla sınırlı değil elbette. Sınıfın bir diğer köşesi ise deneyler için lavabo ve malzemelere ayrılmış durumda. Sınıf ve öğrenci güvenliğini bozmayacak düzeyde deneyler sınıf içinde gerçekleştiriliyor.

Bir sonraki ayrıntı sınıftaki hoparlör ve sabit telefon. Yapılacak her türlü duyuru tüm sınıflara aynı anda hoparlörler yoluyla anons ediliyor. Bizim okullarımızda olduğu gibi “nöbetçi öğrenci“ diye bir kavram yok. Devlet okullarında öğrencilik hayatı boyunca hangimiz nöbetçi öğrenci olarak tüm günü okul koridorlarında bekleyerek, sınıfları tek tek dolaşıp duyuru yaparak, ya da öğretmenlerimize çay ve kahve servisinde bulunarak geçirmedi ki. Peki neden sınıfta sabit telefonlar var? Öğrencilerin okula telefon getirmeleri yasak ancak, öğrenciler istedikleri an—ders esnasında bile—sınıftaki sabit telefonu kullanarak velileriyle iletişim kurabiliyor.

Son olarak bahsetmeye değer bir başka fiziksel olanak ise öğrencilere sunulan kişisel bilgisayarlar. Ders esnasında öğrenciler bilgisayarlarını aktif olarak kullanıyor. Öğretmen ders için hazırladığı sunumları, tüm ödevleri ve diğer materyalleri online bir platformda öğrencilerle paylaşıyor. Sınıf içi aktivitelerde de öğrenciler her daim bilgisayarlarını kullanmakta özgür. Öğrenciler defterlerini sınıfta bırakıyor. Öğretmen belli bir ders kitabıyla kendini sınırlamadığı için öğrencilerin kitap ve defter taşımak gibi bir derdi de yok. Gerekli bütün ders materyalleri online bir platformda öğrenciye sunulmakta. E biz de “Eğitimde Devrim“ söylemiyle yola çıkan FATIH projesini hayata geçirdik, diyeceksiniz belki. Projeyi değerlendirmek üzere yapılan anketlerde öğrenciler, “FATIH projesine gerek yok“ derken öğretmenler, tabletlerin eğitim amaçlı kullanılmadığını ve gereksiz olduğunu ifade etti. Özetle, FATIH projesi çöp oldu.

Eğitimde fiziksel olanaklar elbette önemli ancak, kaliteli bir öğretimi garantilemiyor. Burada devreye öğretmenin yeterlilikleri giriyor. Sınıfını gözlemlediğim öğretmen üç yıldır bu meslekte. Lisans eğitiminden sonra yüksek lisans derecesi almış. Tüm öğretmenlerin yüksek lisans derecesine sahip olması koşulu bir Finlandiya klasiğidir. Amerika’da gelir ortalamasının altında bulunan bir bölgedeki okulda master ve doktora derecesine sahip öğretmenlerle karşılaşmak oldukça hayranlık verici. “Var olduğun sistemin içinde kendini yetiştirecek olan yine sensin. Bunu başkalarından beklemek ve bulamadığında da birilerini ya da bir şeyleri suçlamak kendinin ne kadar yetersiz olduğunu tekrar etmekten başka bir şey değildir. “ diyor, öğretmen. Kimimiz onaylayacak, kimimiz eleştirecek elbette bu söylemi. Gerçek şu ki, öğretmenlik diğer mesleklerden apayrı bir kategoride. İnsanın insana bilişsel, davranışsal, ve duygusal açıdan bu derece dokunduğu bir başka ortam daha yok, okullar ve sınıflar dışında. Zaman zaman karşılıksız fedakarlıklar ve özveri istiyor öğretmek. Bu yolculuğa çıkmadan önce ne kadar hazır olduğunuzu ve kendiniz ve öğrencileriniz için neler yapabileceğinizi görebilmeniz gerekiyor.

Öğretmenin tecrübesinden bağımsız olarak her sınıfta bir de yardımcı öğretmen bulunmakta. Deneyimsiz öğretmen ilk yılında doğrudan sınıfta öğrencilerle baş başa bırakılmıyor. Bu durum ülkemizde yalnızca bazı özel eğitim ve öğretim kurumlarında söz konusu. Bu okulun sıradan bir devlet okulu olduğunu tekrar hatırlatmakta fayda var.

Öğretmen her konuya soru sorarak başlıyor, ve öğrencileri sorgulamaya ve düşünmeye yönlendiriyor. Ders kitabındaki tanımlara çok uzaklar. Öğrenciler her kavramı günlük dilde kullanılan kelimelerle açıklamaya çalışıyor. Bu size bir şeyler hatırlatıyor olmalı. Sınavda sorduğu terimin kitaptaki tanımını birebir yazmadınız diye notunuzu kıran öğretmenleriniz…

Peki bu örnek üzerinden ülkemizde değişen ortaöğretime geçiş sistemiyle ilgili ne söylenebilir? Sistem öğrenciyi adrese dayalı olarak yerleştirmeyi planlıyor. Yani, evinize en yakın okulu seçeceksiniz. Amerika’da da ilkokul, ortaokul ve lise düzeyinde aynı durum söz konusu. Öğrencinin hedeflediği belirli bir okul söz konusu değilse, ikamet edilen bölgeye en yakın okul tercih ediliyor. Aileler ve öğrenciler bu sistem için görece daha olumlu çünkü, pek çok Amerikan lisesi “Comprehensive High School“ niteliği taşıyor. Devlet liselerinin en yaygın türü olan bu okullar kendi yerel bölgesinden yetenek ve başarı düzeyi gözetmeden öğrenci kabul ediyor. Bu türden ortalama bir lise kendi bünyesi altında öğrenciye birden fazla uzmanlık alanı—üniversite hazırlık dersleri, bilimsel ya da mesleki dersler—sunuyor.

Eğer bahsedilen örnekteki gibi işleyen bir devlet okulu varsa adresiniz dahilinde bir bölgede, çocuğunuzu pek de tereddüt etmeden bu okula yönlendirebilirsiniz. Durumun ciddiyetinin farkında olan pek çok kişinin yanıt aradığı soru: Devlet okullarımızdaki olanakların ve eğitimin kalitesinden emin olunmadan öğrencilerimiz ve aileleri nasıl böyle bir seçime zorlanabilir?

Sorun, TEOG sisteminin ya da herhangi bir sınavın savunucusu olup olmamak değil. Türkiye’de eğitimin son 15 yılına baktığımızda atılan adımlar, sınavları farklı isimlerle anmanın ve ihtiyaç analizi yapılmadan müfredat değiştirmenin ötesine geçemedi. Aynı oyun oynanıyor, sadece kurallar sürekli değişiyor.

Okullarımızdaki öğretimi geliştirmek için öğretmen eğitimi ve mesleki gelişim konusunda adım atılmadığı sürece sınav sistemindeki değişikliklerle yol alınamayacağı oldukça aşikar.