sedefkar

Blog Yazarı
Fatmanur Şahin

Çoğu zaman yaşadığım coğrafyaya, sahip olduğum geçmişe ve beni ben yapan topraklara haksızlık ettiğimi düşünürüm yeterince bilgi sahibi olmadığım için. Şehir düzeni ve tarihi yapılar hakkında edilen sohbetlerde İtalya ve İngiltere başta olmak üzere diğer ülkelerden bahsederken buluyorum kendimi ve arkadaşlarımı. Ülkemizi,tarihimizi ve bizi bize yabancılaştıran inşaat sektörünün, tarihimizi çok yanlış unsurlarla medya kanallarına sunan

Sultan Ahmet Camii

araçların, özellikle İstanbul’a gelen göçle birlikte başlayan kamusal problemlerin, yanlış restorasyon uygulamalarının ve menfaatler uğruna heba edilen arazilerin bu konuda etkileri çok büyük. Bizdeki problem ise yeterince araştırmamamız ve ilgi göstermemiz. Dışa dönük bir toplum olmayı o kadar seviyoruz ki kendi değerlerimizden bi haber diğer ülkelerin yapılarına hayranlık duyuyoruz. Mimarlık eğitiminin Türkiye’de alınmaması gerektiğini, burada alınan eğitimin insanın yaratıcılığını ve üretkenliğini kısıtladığını savunan birçok mimar arkadaşım var. Düşünün… Mimar Sinan’ın geçtiği toprakların çocukları olduğumuzu düşünün. Problem burada siyasi sorunlara kadar dayanıyor. Bunları tartışmak için biraz geç sanırım. Elimizdeki arazileri ve yapıları korumak görevimiz.

Bugün Mimar Sedefkar Mehmet Ağa ile tanıştım. Eseri çok bilindik ve çok kıymetli olsa da kendisiyle ilgili bilgim yoktu. Osmanlı cami mimarisi ve Bizans Kilise mimarisinin 200 yıllık bir sentezini oluşan İstanbul’un en önemli yapılarından Sultan Ahmet Camii’nin mimarıdır Sedefkar Mehmet Ağa. 43 m yükseklik ve 23,5 m çapında olan yapının bu ölçülerde taşıyıcı sisteme oturtulmuş olması Mehmet Ağa’nın mühendis yönünün kuvvetli olduğunun en güzel ispatı. 1617 yılında tamamlanan yapı, 260 penceresiyle havadar ve ferah bir iç tasarıma sahiptir. Cami,Medrese, Daru-l Kurra,Sıbyan Mektebi, Arasta, Hamam, İmaret, Darü’ş-şifa ve Türbe’den oluşan aslında bir külliye olan bu yapı, bir dış avluyla çevrelenmiştir. Camii duvarları ile sınırlanan ibadet alanı 2.646 metrekaredir. Sedefkar Mehmet Ağa, hayranı olduğum Mimar Sinan’nın öğrencisiydi zaten yapıya bakıldığında Sinan’dan izler bulmak kaçınılmaz. Yapının en önemli özelliği İznik ve Kütahya atölyelerinin 16.yy sonu ve 17.yy başı ürünleri olarak her biri 16-18 akçeye satın alınmak üzere 21043 adet çini kullanılmasıdır. Beyaz taban üzerine çeşitli renklerle oluşturulan selviler, sümbüller, narçiçekleri, Rumiler ve üzüm salkımları yapının güzelliğini yansıtır. Yapıda 50 den fazla muhtelif desende çini bulunmaktadır.

Sultan Ahmet Cami’nin mihrabı,minberi,hünkar mahfeli de ayrı birer sanat eseridir. Geometrik geçmeli ve kabartmalı olan minber altın yaldızlıdır. Altın yaldızlı çinilerin sedef kakmalı kapısı ve ince duvar işlemesiyle hünkar mahfeli en dikkat çeken unsundur. Yapının, gerek dönemini yansıtan ve mavi tonlarındaki İznik çinileri, gerek ahşap işçiliği, gerekse revzenlerinde ve hatlarında yansıtılan işçilik son derece sanatsaldır. Yapıyla ilgili arkeojeofizik araştırmalarıyla ilgili makaleler okudum ama onlara girmeyeceğim merak etmeyin. 🙂 Amacım sadece öz bilgilerle farkındalık yaratmaya çalışmak. Bu çalışmadan sonra tekrar gidip öğrendiklerimle gezeceğim yapıyı.Sedefkar Mimar Mehmet Ağa’nın hak ettiği değeri göstererek.

Kıymet bilmem ve bilmeniz umuduyla…