
Bir gün Aristoteles bildiklerini paylaşmak ve beraber öğrenmek için bir lise kurmak istedi. Gençlerin, tıpkı bugünkü gibi, coğrafya, tarih, geometri, matematik, ve edebiyat öğrenebilecekleri bir yer. Yer dediysem, yer değil; bugünki gibi dediysem, tam bugünki gibi değil. Zaten ismi de lise deği “peripatetisyen” idi. Peripatetisyen, dolaşmak ya da gezmek demek; zaten Aristoteles’in öğrencileri de öğrenirken yürüyorlardı. Aristoteles’in amacı öğrencilerinin sıkılmasını engellemek ve öğrenmenin kalıcı olmasını sağlamaktı.
Aristoteles’in öğrencilerinden biri de Büyük İskender’di. Büyük İskender şimdiki adıyla İskenderiye’yi fethettikten sonra ilk işi büyük bir liman ve denizcilerin yollarını bulabilmeleri için bir fener inşa etmek oldu. Daha sonra da tanrıların onuruna bir tapınak, yani “museum”, inşa ettirdi ve burada bilginlerin çalışması için bir araya gelmelerini söyledi. Onun da amacı tıpkı öğretmeni Aristoteles gibiydi; uygulayarak, yaşayarak daha iyi öğreniliyordu ve diğer insanlara anlatarak bildiklerini daha iyi anlaşılıyordu. Ve Akdeniz’in kıyısındaki bu zengin liman kenti zaman içerisinde Aristoteles’in lisesinden bile daha zengin bir bilim ve sanat merkezine dönüştü.
İşte, müzeler böylesine değerli bir birikimin sonucu. Maalesef, Aristoteles’in öğrencileri gibi ‘yürüyerek’ gezemiyoruz belki ama öte yandan ne mutlu ki dünyanın farklı yerlerindeki birçok farklı müzeyi evmizden ziyaret edebiliyoruz. Böylece tıpkı Aristoteles’in öngördüğü gibi görerek, merak ederek, ve yaşayarak öğrenmeye ve de öğretmeye devam ediyoruz.