657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda yapılması düşünülen değişiklikler üzerinden yürütülen tartışmalar işin yeni tanımını karşımıza çıkartıyor. Bu tanımın alamet-i farikası ise net: GÜVENCESİZLİK.
Güvencesizlik, çalışma hayatı için öngörülen esnek, belirsiz ve kaotik koşulları normalleştiren bir kelime. Çalışanlardan uyum göstermeleri istenen ve onlarda belirli bir davranış örüntüsünü zorunlu kılan bu durum, küresel ekonominin çok da sorgulanmadan kabul edilen yeni buyruklarını dikte ediyor. Bunlar birtakım ezberler ile sarılıp sarmalanan, korunaklı hale getirilen buyruklar. İşin ilginç yanı buyrukların bizleri özgürleştireceği iddiaları ile birlikte sunumu.
Richard Sennett“Yeni Kapitalizm Kültürü” isimli kitabında dile getirdiği tezi birkaç cümle ile şöyle özetler :“Yeni kapitalizmin havarileri üç konuyu -iş, yetenek, tüketim- kendi ele alış biçimlerinin modern topluma daha fazla özgürlük kattığını iddia ediyor. Bu insanlarla aramdaki çekişme onların ‘yeni’ yorumunun doğru olup olmadığı konusunda değil; kurumlar, beceriler ve tüketim kalıpları gerçekten değişti. Benim iddiam, bu değişmelerin insanları özgürlüğe kavuşturmadığı.”
Nietzsche “Modernlerin en büyük yanılgıları, nedenlerle sonuçları birbirine karıştırmaları.”demişti bir keresinde.Mesela bu yeni durumun rahipleri, kurumlardaki nitelik sorununu, kalite açığını ve performans düşüklüğünü önümüze koyuyorlar. Sonra da bunun nedenini kestirmeden teke indirerek insanların “iş güvencesi”ne sahip olmasına bağlıyorlar. Oysaki 22 milyon çalışanın 2 milyonu devlet memuru. Bu rakamın nüfusa oranına baktığımızda, Avrupa ülkelerindeki ortalamanın yarısına karşılık geldiğini görüyoruz. Bu şu anlama geliyor: Türkiye’de ortalama bir memur Avrupa’daki iki memura düşen işi yapıyor. Yani Türkiye’de memurun iş yükü fazla aslında. Öte yandan güvencesiz 20 milyon çalışanımız var. Bunların yarısı da kayıt dışı. Bu da şu anlama geliyor: Yaklaşık 10 milyon kişi neo-kölelik çağına hepimizden erken girmişler. Ne tür koşullarda çalıştıklarını Allah bilir!
Tamam! Diyelim ki bunda bir sıkıntı görmüyoruz. Peki, bu durum iddiası ile münasip sonuçlar vermiş mi bizlere? Ona bakalım o zaman?
Güvencesiz iş hayatında bir nitelik patlaması mı var?
Göz kamaştıran başarı grafikleri mi çıkıyor karşımıza?
Tam burada bir şeyi de hep birlikte hatırlayalım lütfen. Ak Parti 13 yılık iktidar döneminde bugün kıvançla anlattığı hizmetlerini işte bu “güvenceleri” niteliksizliği, verimsizliği doğuruyor denilen kamu personelleri ile gerçekleştirmedi mi? Mesela sağlık alanında gerçekleşen yadsınamaz başarı; doktor, hemşire ve diğer sağlık personellerinin iş güvenceleri ortadan kaldırılarak mı sağlandı? Yoksa yönetim anlayışından organizasyona, denetimden düzenlemeye pek çok dinamik unsurun dikkate alınması mı buna neden oldu?
Küresel ekonominin yerel rahipleri maliyet analizlerinde toplumsal değerlerin, zemin tutucu bilişsel ve davranışsal çerçevenin, insanın ruhsal durumunun “güvencesizlik” ile birlikte aldığı hasarı dikkate almıyorlar.
Hadi onlar almıyorlar da muhafazakârlarımız çok mu farklı? TV dizilerindeki absürtlüklere gösterilen tepki nasıl oluyor da çalışma hayatının düzenlenmesi, koşulları ve milyonlarca insanın değerler manzumesini aşındırıcı doğasından esirgeniyor? Oysaki TV dizilerinin tepkisel izleyiciliği ile sınırlı kültürel muhafazakârlık, ekonomi-politiğin her gün aşındırdığı değerlere can suyu veremez.
Güven, sadakat, bağlılık, diğerkâmlık aşınırken kültürel muhafazakârlığın mezarı kazılıyor!
Bu konuları tartışmayı ve bir mesele olarak ciddiyetle sorgulamayı Avrupalı birkaç etik felsefecisine mi bıraktık yoksa? Tıpkı kültür ve eğitimin bu yeni durumdan sağ çıkma ümidinin günden güne eriyişini konu etmediğimiz, tartışma başlığı olarak önümüze koymadığımız gibi. Eğitim-öğretim faaliyetlerini anlamlı kılan zeminde aşınma var.Tüketici refleksleriyle eğitimin sabiteleri arasında uçurum var. Ne yapacağız? Evde kaybettiğimiz anahtarı dışarıda aramaya devam mı edeceğiz?
Kuşkusuz küresel sorunların yerel yansımaları buna benzer başlıklarla karşılaşmalarımızın sık yaşanacağına işaret ediyor. Karşılaşmaların mukadder oluşu cevabın tek ve kaçınılmaz olacağı anlamına gelmiyor / gelmemeli. Yeni koşulları sorgusuz sualsiz kabullenip tek mesele olarak onlara eklemlenmeyi öngören bir yaklaşım geçen haftada belirttiğim gibi eksiktir, vahimdir.
Daha vahim olanı ise sorgulamaktan kaçışımızdır!
Aileleriyle birlikte düşünüldüğünde yaklaşık 10 milyon insanın hayatını keskin bir biçimde değiştirecek bir düzenleme söz konusu ise böyle bir düzenlemeyi gerekçelendirmek durumunda olan insanların evvela ezberden kaçınması, yüzeysellikten sıyrılmaları icap eder. Maalesef konu ile ilgili görüş beyan edenlerde derinlikli bir çözümlemeden ziyade birtakım ezberlerin tekrarını görüyoruz. Daha kötüsü, insan doğasına kadar götürülebilecek negatif bir insan tanımının çalışma hayatının düzenlenmesine ilişkin önermenin temeli kılındığına şahit oluyoruz. İş güvencesinin mahzurlarını sıralarken güvenlik kaybının ve endişesinin yarattığı maliyetin konu dışı kılınması şaşırtıcı. Her gün yeniden başlamak ve kendisini yeniden ispatlamak zorunluluğunun, en iyi performansın belki bir adım sonraki başarısızlık ile hükümsüz kılınacağı bir iş sürecinin insan psikolojisinde, karakterinde ve insanın toplumsal ve kültürel dünyasındaki etkilerini hesap dışı tutmak ise vahim!
Çalışma hayatı, hayatın bütününden ayrı değil. Hayatımızın bütününde yer tutan önemli, esaslı bir parça. Çalışma hayatının niteliği sonuçları itibariyle toplumsal, kültürel alanın da dönüşümünde pay sahibi. “Uzun vade yok !” anlayışının tahakkümü altında şekillenen bir iş hayatının çalışanlarından oluşan bir toplum, uzun vadeli hangi hedefleri önüne koyabilecek? Bir işin tanımı, niteliği, yapılış biçimi toplumsal ve kültürel hayatın kodlarını da baskılama, değiştirip, dönüştürme gücüne sahip. Güvenin, sadakatin, bağlılığın ve sürekliliğin lanetlendiği bir iş hayatının çalışanları, her gün yüzlerine baktıkları çocuklarına, bu değerlerle ilgili ne söyleyecekler? Kurumların parçalandığı, işin parçalandığı, zamanın ve mekânın parçalandığı bir iş hayatının çalışanları, toplum olarak neyi, ne kadar bir arada “bir” ve “bütün” halde muhafaza edebilecekler? İşteki performans ve verimliliği arttırmak hayatın bütününde aradığımız performans ve verimlilikten sıyrıldığında, etik değerler ile davranışlar arasındaki kopuşa benzer bir ikilem ile karşı karşıya kalırız. Kendisini işe ve işteki performansa, verimliliğe hasretmiş bir bakış sadece eksik kalmaya değil bir noktadan sonra gaddarlaşmaya da mahkûm hale gelir.
Weber’in “demir kafes” olarak adlandırdığı bürokrasinin bugüne kadar ne türden olumsuzlukları önümüze çıkardığını biliyoruz. Sadece biz değil, dünya öğrendi. Ancak “demir kafes” in kırılmasından sonra bizleri bekleyen yeni kafeslerin varlığını da biliyor hatta acı bir biçimde tecrübe ediyoruz. Dolayısıyla bir noktadan ayrılışın, terk edilişin müjdesi, refah ve selamet dolu bir varış vaat etmiyor.
Ali AYDIN
Özgür Eğitim-Sen GYK Üyesi