Öğretim Elemanlarının Hak Mağduriyetlerini Derinleştirecek Bir Düzenleme Daha

Kamuoyunda TÜSEB yasa tasarısı olarak bilinen tasarıya Meclis komisyonunda bir ekleme yapılmış ve öğretim elemanlarının zorunlu hizmet konusundaki mevcut mağduriyetlerini derinleştirecek bir adım atılmıştır.
TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu çalışmaları sırasında 2547 sayılı yasanın 35. maddesine getirilmek istenen ekleme ile zorunlu hizmet yükümlüsü öğretim elemanının bu yükümlülüğünü, yükümlü olduğu yükseköğretim kurumu dışındaki bir yükseköğretim kurumunda ve kamu kurum ve kuruluşlarında yapması engellenmek istenmektedir. TÜSEB yasa tasarısı çerçevesinde yasalaştırılması planlanan değişiklik, zaten hukuksuz olan zorunlu hizmet uygulamasını iyiden iyiye adaletsiz hale getirmektedir.
Tasarının 26. maddesi ile getirilen söz konusu “mecburi hizmet” düzenlemesi, uzun yıllardır çok çeşitli şekillerde sürdürülen bir hukuk savaşının konusu olmuş ve dayatılan zorunlu hizmet yükümlülüğünün hukuken kabul edilebilir bir nitelik taşımadığına dair sayısız yargı kararı verilmiştir. Bu yargı kararlarının çok ciddi bir kısmı, anayasanın angaryayı yasaklayan 18. maddesine ve Türkiye`nin de altında imzasının bulunduğu İLO sözleşmelerine dayanmaktadırlar. Dolayısıyla zorunlu hizmetin bir başka devlet üniversitesine veya kamu kurum ve kuruluşuna naklini imkansız hale getirmeyi hedefleyen düzenleme, evrensel insan haklarıyla ve anayasanın bireylere tanıdığı haklarla çelişmektedir.
Bilindiği üzere daha önce, öğretim elemanının yükümlü olduğu üniversitenin ve YÖK`ün onayı ile yapılan mecburi hizmetin nakli işlemi, geçiş yapılan ve yapılacak kurumun ilgili alandaki insan kaynağı ihtiyacı ve geçiş yapma talebindeki öğretim elemanının koşulları değerlendirilerek yapılmaktaydı. Böylelikle bir yandan kamunun ihtiyaçları gözetilirken bir yandan da öğretim elemanlarının mağduriyetleri bir nebze olsun engellenmiş oluyordu. Tasarı ise kamu ihtiyacını önemsemeksizin bu tarz bir nakli imkansız hale getirerek bir yandan kamusal kaynakların etkin kullanımını engellemekte diğer bir yandan da öğretim elemanının anayasal ve evrensel haklarını engellemektedir.
Bu tasarıyla eşiyle ayrı şehirlerdeki üniversitelerde zorunlu hizmet yükümlülüğü olan öğretim elemanlarının bir araya gelmesi imkansızlaşmakta, kendisi veya bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sağlık sorunları gerekçeleriyle yükümlü olduğu şehre gidemeyecek olan öğretim elemanlarının önüne işsizlik ve ödeyemeyeceği borç senetlerinden başka seçenek konulmamaktadır. Benzer bir şekilde, bu tarz bir zorunluluk öğretim elemanının yükümlü olduğu üniversitede hak ettiği kadro tipine atanmadan çalıştırılmasının önünü açmakta ve akademinin halihazırda ciddi bir problemi olan mobbing uygulamalarına da imkan tanımaktadır.
Muvafakat verilmemesi hususunda yürütülen davalar incelendiğinde ise bu davaların çok ciddi bir kısmının anayasanın ihlali gerekçesiyle davacı lehine sonuçlandığı görülecektir. Özellikle kişilerin eşleriyle aynı yerde çalışabilmek için yaptıkları başvurular, anayasa ihlali kapsamında değerlendirilmektedir. Benzer bir şekilde muvafakat verilmemesi sonrasında açılan davalarda referans verilen ikinci anayasal ilke ise eşitliktir. Benzer statüdeki kamu çalışanına daha önce verilmiş muvafakat hakkının bir diğer çalışana verilmemesi, yargı kararlarında anayasal eşitlik ilkesine aykırı olarak değerlendirilmektedir. Muvafakat verilmemesi işlemlerine karşı verilen yargı kararlarının bir diğer önemli dayanağı ise kamu yararı ve hizmetin gereklerine aykırılık ilkesidir. Bu ilke uyarınca çalışanın daha üst bir göreve geçmesi veya daha iyi kariyer olanaklarına sahip bir göreve geçmesi muvafakat verilmesini gerektirmektedir.
Sonuç olarak, 35. maddede yapılacak bir hak daraltmasının, çalışma yaşamına dair getirilmiş evrensel hukuk normlarının varlığı ile çelişeceğine, çalışanların temel hak ve özgürlüklerinin kullanımını fiilen engellemeye varan etkiler yaratacağına, dolayısıyla var olan hak mağduriyetlerini derinleştireceğine şüphemiz yoktur. Ayrıca, zorunlu hizmet uygulamasının varlık nedeni olan plansız, toplumun ihtiyaçlardan ziyade siyasal çıkarların ürünü, “ben yaptım oldu” ya da “kervanı yolda dizeriz” mantığıyla yürütülen politikalara son verilmeden kamu kaynaklarının insan, toplum ve doğa yararına etkili ve verimli kullanılması mümkün değildir. Dolayısıyla, imtiyazı önlemek gibi hak eşitliğini sağlama iddiasındaki bir gerekçenin öğretim elemanlarının yer değiştirmelerine yönelik tüm haklarının ortadan kaldırılmasına yol açmasının mantıken de kabul edilebilir bir tarafı yoktur.
Eğitim Sen olarak, öğretim elemanlarının hak mağduriyetini derinleştirecek söz konusu düzenlemeye ve bir bütün olarak üniversiter işleyişi piyasacı-muhafazakar-otoriter yönde dönüştürme sürecinin parçası olan yasa tasarısına karşı TBMM`deki muhalefet partilerini tavır almaya çağırıyor ve konunun yakından takipçisi olacağımızın bilinmesini istiyoruz.