NERDESİNİZ? POPÜLER KÜLTÜR VE KÜLTÜREL YOZLAŞMA İLE “YEMEKTEYİZ”

Türk Dil Kurumu Sözlüğü, kültürü “Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü” olarak tanımlar. Kültür, toplumu oluşturan bireylerin ortak bir şekilde toplumsal yaşam içerisinde oluşturduğu bir kavramdır. Küreselleşmeyle birlikte kültürler arası iletişimin daha kolay ve hızlı olması, kültürlerin birbirlerini etkilemesini de kolaylaştırmıştır. Dünyanın iki ayrı ucundaki iki farklı kültürün medya aracılığıyla birbirlerine çok hızlı ve kolay şekilde ulaşabildiği düşünüldüğünde, kültürlerin birbirlerinden etkilenmesinin de kaçınılmaz olduğunu söylemek mümkündür. Elbette kültürler başka kültürlerden etkilenir ve zaman içinde değişime uyum sağlar. Ancak bu değişimler, kültürün gelişimine katkı sağlayarak o kültürü zenginleştirmek yerine onu yıprattığında, kültürel yozlaşma süreci başlar. Kültürel yozlaşma; bir milletin önce kültürel değerlerini, zamanla da özünü kaybetmesidir. Kültürel yozlaşma söz konusu olduğunda, başka kültürlerin etkisi var olan kültürel değerlerin zamanla yok olmasına neden olur. Böylece var olan kültür, uzun vadede yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır.

Kültürel yozlaşma bir toplumda birçok farklı alanda kendini gösterir. Sanattan sosyal yaşama, kişiler arası iletişimden televizyon reklamlarına, dizilere ve haber içeriklerine kadar kültürel yozlaşmanın etkilerine rastlamak mümkündür. Küreselleşmeyle ve özellikle 90’larda yayına başlayan özel kanallarla birlikte kültürel olarak da bir dönüşüm yaşanmaya başlanmıştır. Dilin kullanımından sunucu seçimlerine, program formatlarından “rating” uğruna ekrana yansıtılan kavgalara kadar birçok unsur artık televizyon ekranından izleyiciye ulaşır olmuştur. Özellikle moda ve evlilik programlarıyla başlayan ve popüler kültürün yansıması olan bu süreç, kayıp arama ve yemek programlarıyla devam etmiştir. Özellikle bir zamanların genel kültürü ölçen, diksiyonu düzgün ve bilgili sunuculara sahip bilgi yarışmaları yerini centilmenlikten uzak, hakaret ve kavgayı normalize eden ve sunucuların da buna çanak tuttuğu platformlara bırakmıştır. Bu platformlara örnek programlardan biri de “Yemekteyiz” adlı yarışma programıdır.

13 Ekim 2008 tarihinde yayınlanmaya başlayan ve halen devam eden “Yemekteyiz” adlı yarışma programında; Türk televizyonlarında izleyiciye sunulan birçok dizi, şov ve haber programlarında olduğu gibi var olan kültürel zenginlik yansıtılmaya çalışılırken (!) popüler kültürün yarattığı yeni kültürel içerikler de aktarılmaktadır. İzleyicinin; kültürel temsilleri, kişiler arası iletişimi ve diyalogları görerek bunlardan etkilenme ve bunları normalleştirme olasılığı açısından bu yarışma programı, kültürel yozlaşmayı ve popüler kültüre ait aktarımları yansıtması nedeniyle dikkat çekicidir.

İngiltere menşeili “Come Dine with Me” adlı yemek yarışmasından uyarlanan programda, beş yarışmacıdan her biri kendi gününde kendi evinde diğer yarışmacıları konuk etmekte ve hazırladığı menüyü diğerlerinin damak tadına sunmaktadır. Yarışmacılar ve sunucu yedikleri yemekler, sofra düzeni, yemeklerin yetişme süresi ve menünün eksiksiz çıkarılmış olması üzerinden 1 ile 10 arası bir puanla ev sahibini değerlendirmektedir. Cuma günkü yemek sonrası da tüm puanlar toplanarak en yüksek puanı alan yarışmacı haftanın birincisi seçilmekte ve para ödülünün sahibi olmaktadır.

Programın sunucusuz 1. sezonu yemekler ve değerlendirmeler üzerine kuruluyken, ilerleyen sezonlarda programın temeline karakterlerin ve tutumların yerleştiğini görmek mümkündür. İlk bakışta programın izlenir olmasını sağlayan nedenlerin; yarışmacılar arası çekişmeler, insanların ev hallerinin izleyicinin seyrine sunulması, kişisel söylemlerin izleyici tarafından kişiselleştirilmesi, bunların doğal algılanması, programın günlük hayattan bir kesit gibi sunulması olduğu söylenebilir. Bu ve benzeri programların izlenmesi ise; kültürel yayınların televizyon ekranlarında yer almaması, kitap okuma oranının az olması, popüler kültürün getirdiği dilde yozlaşma, kişisel hakları ihlâl gibi durumların normal algılanması gibi sosyolojik nedenlere dayandırılabilir. Birinin kazanması ve diğerlerinin kaybetmesi üzerine kurulu yarışma mantığı, burada centilmenlikten ziyade “Kazanayım da, nasıl olursa olsun.” çerçevesinde işlemektedir. Bu durumu yarışmanın farklı bölümlerinde birçok yarışmacının “Sonuçta bu bir yarışma!”, “Tabii ki kazanmak için yemekler iyi de olsa düşük puan vereceğim.” şeklindeki söylemlerinde görmek mümkündür. “Veren el alan elden üstündür.”, “Yiğidi öldür, hakkını yeme!” ve benzeri söylemlere sahip bir kültürün günümüzde ‘kazanmak için her şey mübah’ anlayışına evrilmesi yine popüler kültürün getirdiği yozlaşmanın bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır.

Misafirliğe giden birinin beklenti içinde olmaması ve ev sahibinin kendisine sunduklarıyla yetinmesi gerektiğini belirten “Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer.” cümlesiyle hem nezaket hem de misafirperverlik anlayışına sahip kültürümüzün nasıl yittiği de yine programda yer alan ve ev sahibine yönelik olarak kurulan “Bu ne biçim çorba, bebek maması gibi olmuş.”, “Damak tadıma uymadı.”, “Bu yemek böyle pişmez, hiç becerememişsiniz.” şeklindeki diyaloglarda görülmektedir. Övmenin yerini yermenin, iltifatın yerini yargının, saygının yerini sorgunun almasının normalleştirilmesine sadece bu programda değil, televizyon ekranlarına yansıyan birçok yapımda rastlanmaktadır. Maruz kalındıkça yerleşen yergi kültürü, özden uzaklaşmayı da normalleştirmektedir. İnsanların başkalarının hayatını merak etmenin ötesinde onların hayatına müdahale etme ve koşulları göz ardı ederek eleştirme hakkını kendinde görmesi ve sosyal ilişkilere, yaşam tarzına, komşuluğa, ahlâki davranışlara ilişkin popüler kültüre ait aktarımlar yapılması da bu normalleştirmede bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bir tutum ve davranışın dillendirilmesinden öte içselleştirilmiş olmasının anlamlı olduğu düşünüldüğünde, insana saygının cümleler içinde bir sözcük olarak geçmekten ziyade uygulamada yer alması gerektiğini bu ve benzeri programlarda bir kez daha görmek mümkündür. Ayrıca özel olarak nitelendirilen alanların alenileşmesi, bilgi sahibi olmadan eleştirmenin ve yargılamanın neredeyse bir kültür haline gelmesi, “Beğenmedim ama yine de elinize sağlık!” cümlesinin ardına saklanarak kendine bir yer bulmaktadır. Hastanede yoğun bakımda olan babasıyla özçekim yaparak yayınlayan, serum takılı kolunu, cenazede tabutun, düğünde gelin ve damadın fotoğrafını sosyal medyada paylaşan bir güruhun yine aynı sosyal medyada bu tarz programları eleştirmesi ayrıca ironiktir. Toplumsal değerlerin zamana yayılarak yitirilmesine zemin hazırlayan ve birçok izleyicinin belki bunun farkında olmadan sadece vakit geçirmek yahut eğlenmek için izlediği bu yapımlar, zamanla insanların sadece kendisinin kazanmasına ve sadece kendi çıkarlarını korumaya yönelik bireyler haline gelmesine de zemin hazırlamıştır.

Bir zamanlar ‘nimet’ olarak görülen yiyeceklerin, çatal bıçakla didiklenerek ve burun kıvırarak beğenilmemesi de aslında bu programın nesnesinin yemekler değil, bireyler olduğunu göstermektedir. Bir diğerine “Beceriksizsiniz!” diyen kişinin “Hakaret etmiyorum, sadece eleştiriyorum; eleştiriye gelemiyorsunuz.” minvalindeki savunması hem eleştirinin hem de yavuz hırsızın ev sahibini bastırdığının bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Uzun vadede bu tutumun hem o birey tarafından diğer insanlara yansıtılması hem izleyici tarafından normalleştirilip desteklenmesi, bir televizyon programının toplumun kültürel yapısının bozulmasına nasıl etki edebileceğini de aslında izleyiciye sunmaktadır. Kolay ulaşılabilirliğin ve çamur atmanın gizlice yüceltildiği, rica etmenin ve özür dilemenin alenen yerildiği bu süreç, toplumsal kültürün öznesi olduğumuz bilincini de alıp götürmektedir.

Popüler kültürle birlikte normalleştirilen ve toplumsal değerleri alt üst eden bu yeni kültürel anlayış, bu normale göre yaşadıklarında topluma uyum sağlayabileceğini ve elde etmek istediklerini ancak böyle elde edebileceğini de bireylere öğretmektedir. Kültürün evlilik, kayıp arama ve yemek programlarına indirgenerek aktarıldığı yeni medya düzeninde, “Ben ne yapıyorum.” ve “Bu programın kime ne katkısı var?” soruları sorulmadıkça; emeksiz yemeğin olmadığı bir kültürden, yemek olsa da emeğin yok sayıldığı bir kültüre doğru her “Nerdesiniz?” sorusuna “Yemekteyiz” demeye devam edeceğiz gibi görünüyor.

Kübra Karahanoğlu
Psikolojik Danışman, Eğitimci