İSTİKLÂL MARŞI’NIN KABULÜ ANISINA

Blog Yazarı
Hatice Hazal İlgar

Marşların ,insanın ruhunda coşku ve cesaret veren, harekete geçiren bir yanı vardır. Ülkelerin mazisini hatırlatan ve ülke yapılarını yansıtan bu nameler aslında kendi dil kimliklerine sahip olmak gibi milliyetçi bir yanı vardır. İstiklâl Marşı Türkiye’yi derleyen toparlayan ve hatta harekete geçiren bir marş olması dönemin şartları için vatanın ihtiyacı olan bir seslenişti.

Bu marş, ülkemiz emperyalist güçlerin işgaliyle can çekişen bir dönemde bir nefesle kurtuluşa yürürken yazıldı. 1911’de Trablusgarp, 1912’de Balkan Harbi, 1914’te 1.Dünya Savaşı derken ardı ardına toprak ve can kayıpları veriyorduk.  Çanakkale şehitleri için yine ülkenin yaralarına dokunan Mehmet Akif, kayıpların vahametini şu mısralarla bugün yine yüreğimizde anlamamıza sağlıyor ve diyor ki:

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;

O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer…

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.

Ülkenin dört bir yanından çekiştirilip koparılan bu topraklar nice vatan evladının kanıyla oluk oluk sulanıyordu. Mondros Mütarekesinin sonrası ülkemiz ittifak devletleri tarafından bölüştürülüyordu. Ülkenin ardı ardına aldığı darbelerle dizlerinin üstüne düşmüş bu devlete bir el uzandı o el Mustafa Kemal Paşa’nın Türk milletine inancı olacaktı.Türk milleti Kuva-yı Milliye halinde örgütlenmelere başladı. Silahsız, erzaksız, fakir milletimiz iman ve vatan aşkıyla benzeri görülmeyen bir kuvvetle dirilmeye başlayacaktı. “ Ya istiklâl ya ölüm!” diyerek Türk milleti vatanına etten bir zırh olacaktı. Bunun içindir diye düşünüyorum Mehmet Akif bağımsızlığını kaybetmektense ölmeyi tercih eden bu milleti marşımıza harf harf şöyle nakşetti.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!

Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.

Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

 

Eski Türk toplumlarından beri bu millet hep bağımsızlığı için savaşmıştı. O günler için de özveriyi gösteriyor, emperyal güçlere bu milletin asil duruşunu gösteriyorlardı. Kurtuluş ateşi her yeri aydınlatmaya başlamış ülke bağımsızlığı için yapılan anlaşmaları hiçe sayıp adım adım savaşa yürüyordu. Bu asil duruşa yazılarının dışında bedeniyle de seferber olan Mehmet Akif : “Halkın bizim tarafımızdan aydınlatılmaya ihtiyacı varmış, kalkın gidiyoruz, burada durmak zamanı değil” diyerek Anadolu mücadelesine fiilen katıldı. İşte böylesine bedbaht bir zamanda kayıplarla, ümitsizliklerle çırpındığımız bir zamanda Kahraman Ordumuz için yazıldı bu marş. “Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;” diye seslendi ilk mısradan. Olumsuz bir ifade ile başlayan marşımız bazıları tarafından eleştirilse de aslında Hz. Muhammed’in Hz. Ebubekir’le birlikte 622 yılında Mekke’den Medine’ye hicret ederken aralarında ki konuşmaya atıfta bulunmaktadır. Olaya göre:

Mekkeli Kureyşlilerin baskısından kurtulmak isteyen Hz. Muhammed, Hz. Ebubekir’le birlikte Mekke’den Medine’ye hicret etmeye karar verirler ve gizlice çıkıp yolda Sevr Mağarası’nda konaklarlar. Bu arada Müşrikler onların peşine düşmüşlerdir. Hz. Muhammed’i veya Hz. Ebubekir’i bulup getirene veya öldürene 100 deve verme vaadinde bulunurlar.

Bunu duyan Mekkeli müşrikler, Sevr Mağarası’nın önüne kadar gelirler. İçerden Hz. Muhammed’le Hz. Ebubekir onların geldiğini görürler. Fakat müşrikler onları görmezler. Bu durumda Hz. Ebubekir çok telaşlanır ve. Hz. Muhammed onu sakinleştirmek için: “Korkma! Üzülme. Allah bizimle beraberdir.” diye teselli verir.

Mehmet Akif de Sevr Anlaşması ile Türk milletini soktukları o mağaradan bize “Korkma!” diyerek Allah’ın bizimle olduğunu hatırlatıyor. Birçok incelikle yazılmış bu marş; 9 dörtlük 1 beşlik, 10 birim, 41 mısra ve 257 kelimeden oluşmaktadır.

Sözlerin verdiği ahenk dışında her kelimenin, mısranın hatta harflerin ilmek ilmek ruhumuza işlediği bu marş ve bu marşın mimarı Mehmet Akif bu ülkenin büyük gururlarındandır. Mehmet Âkif, marşın bazı kısımlarını Tacettin Dergâhında kendinden geçmiş halde, gece uyku aralarında, bazı kısımlarını da Mecliste meclis görüşmeleri sırasında, bazı kısımlarını Hâkimiyet-i Milliye gazetesi idarehanesinde yazar. 7 Şubat 1921 tarihinde yazılması tamamlanır. Tarihi, kültürel, siyasî, askerî, dinî dayanaklarını, üzerine kurduğu bu eserin 2 günde yazılması sanki ilahi bir gücün tesiri gibi. Bu tesir Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni de etkileyecek ki; Hamdullah Suphi, mecliste Mehmet Âkif’in şiirini 12 Mart 1921 tarihli meclis görüşmesinde okur. Milletvekillerinin coşkulu alkışları bir müddet susmaz. Atatürk’ün reisi olduğu meclis, Mehmet Âkif’in şiirini büyük bir oy çoğunluğuyla Türk istiklal marşı olarak kabul eder.

İstiklâl Marşımız, Anayasamıza göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeleri arasında millî marşıdır. Resmî törenlerde marşın sadece ilk iki kıtası çalınmakta ve söylenmektedir. İstiklâl Marşımız, ay yıldızlı al bayrağımız göndere çekilirken çalınıp söylenmektedir. Her pazartesi sabahı, her cuma akşamı ve tüm milli bayramlarda yurdun dört bir yanından okul bahçelerinde gür bir sesle okunan bu marş bu vatanın mazisini, geleceğini ve dahi milli ruhunu tekrar tekrar gelecek nesillerimize unutturmamak için okunmaktadır.

Borçlu ve sırtında giyecek paltosu olmayan Mehmet Âkif, ödül olarak konan 500 lirayı alıp “Dârülmesaî” adlı kuruma bağışlar. Çünkü bu şiir milletin kazanılan bu parada bu vatanın kimsesiz kalmış kadın ve çocuklarına aitti ona göre. Mehmet Âkif, İstiklal Marşı’nı Safahat’a almaz. Kitabına almama sebebini de şöyle açıklar: “Onu millete hediye ettim. Artık o milletindir. Benimle alakası kesilmiştir. Zaten o milletin eseri, milletin malıdır. Ben yalnız gördüğümü yazdım.” Demiştir. Bu kadar ince ruhlu bir şairden de böyle incelikli bir şiir çıkması kaçınılmazdı diye düşünüyorum. Bu cevheri Atatürk’te bizzat yarışmaya girmesi için ısrarlarında yine ne kadar ileri görüşlü olduğunu bize göstermiş oluyordu tabi.

 

Atatürk İstiklal Marşımız için şunları söylemiştir:

 

Bu marş bizim inkılâbımızı anlatır. İnkılâbımızın ruhunu anlatır. Bunu ne unutmak ne de unutturmak lazımdır. İstiklâl Marşı’nda İstiklâl davamızı anlatması bakımından büyük bir manası olan mısralar vardır. Benim en beğendiğim yeri de burasıdır:

 

Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;

Hakkıdır; Hakk’a tapan milletimin istiklal.”

 

Benim bu milletten asla unutmamasını istediğim mısralar işte bunlardır. Hürriyet ve istiklal aşkı bu milletin ruhudur. İstiklâl Marşı’nın bu pasajı asırlar boyunca söylenmeli ve bütün yâr ve ağyar (dost düşman herkes) anlamalıdır ki Türk’ün her şeyi hatta en mahrem hisleri bile tehlikeye girebilir, fakat hürriyeti asla. Bu pasajı her vakit tekrar ettirmek bunun için lazımdır. Bu demektir ki efendiler: Türk’ün hürriyetine dokunulamaz.!”

 

Atatürk’ün yıllarca  özgürlüğüne düşkün bu milletin ilelebet özgür olması  içir savaştığını düşünürsek, bu iki mısrayı beğenmesine de şaşırmamalıyız. Türk milletinin fıtratına yaraşır bu iki mısra marşımızın da son seslenişi olmuştur.