İşte Benim Öyküm 2012 Öykü Yarışmasında Kazanan Öyküler

7/10 Yaş Grubu Birincisi
Öğrenci Adı Soyadı : GİZEM TOPÇU
Okul Adı : FAİK HIZIROĞLU İLKÖĞRETİM OKULU
MERKEZ MH. GAZEL CD. N:55 PURSAKLAR / ANKARA
Yaşı : 10
Okuduğu/Etkilendiği Kitap ve yazarın Adı : HAYAT SUYU – ÖZLEM AYTEK

ÖMER İLE ANNESİ
Bir varmış bir yokmuş. Bir zamanlar Ömer ve annesi küçük bir kulubede yaşarlarmış. Birgün Ömer ve annesi çiçeklere bakmışlar. Annesi:

– “Ömer biliyormusun ben çiçekleri çok seviyorum” demiş.

Ömer:
– Evet anne çok güzel görünüyorlar ve çok güzel kokuyorlar.

Annesi:
– Ömer benim eve dönmem gerekiyor.

Ömer:
– Neden anneciğim biraz daha kalamaz mıyız?

Annesi:
– Ömer işim var eve gidip evi temizlemem gerekiyor. İstersen sen biraz daha kalabilirsin. Kalıyor musun? Yoksa geliyor musun?

Ömer:
– Ben burda biraz daha kalacağım.

Annesi:
– Peki Ömer sen burada kalabilirsin.

Ömer’ in annesi eve gidip evi temizlemeye başlamış. Ömer’ in aklına bir fakir gelmiş. Annesine çiçek toplamak istemiş ve gezmeye başlamış.

Karşısına bir papatya çıkmış.

Ömer:
– “Çok güzel gözüküyor. Hemen koparıp anneme götüreyim” demiş. Ömer tam koparırken içinden bir arı çıkmış. Arı adının “Vızvız” olduğunu söylemiş.

Vızvız:
– Hey! Sen ne yapıyorsun? Papatyayı mı koparacaksın?

Ömer:
– Evet, koparıp anneme hediye edeceğim.

Vızvız:
– Ama koparırsan ben bal nasıl yaparım?

Ömer:
– Peki papatyayı koparmayacağım. Ben balı çok severim. Balsız bir dünya düşünemem.

Ve Ömer üzgün üzgün yoluna devam ederken bir lale görmüş. Sevinerek tam koparmak isterken içinden kakalak çıkmış.

Kakalak:
– Hey! Sen ne yapıyorsun? Laleyi mi koparacaksın?

Ömer:
– Evet, anneme götürüp hediye edeceğim.

Kakalak:
– Hayır olamaz burası benim evim koparamazsın.

Ömer:
– Peki laleyi koparmayacağım. Senin evsiz kalmanı istemem.

Ömer üzgün üzgün eve doğru giderken komşusu Emine Teyze :
– Ömer nereye böyle üzgün üzgün?

Ömer:
– Eve gidiyorum Emine Teyze.

Emine Teyze:
– Neden üzgünsün?

Ömer:
– Anneme çiçek götürmek istiyordum. Ama çiçek alamadım, çiçekleri koparamadım.

Emine Teyze:
– Ben sana çiçekli resim verebilirim istersen?

Ömer:
– Evet, hemde çok isterim.

Emine Teyze:
– Peki al bakalım sana rengarenk çiçeklerle dolu bir resim.

Ömer:
– Çok teşekkür ederek eve gitmiş ve annesine çiçekli resmi vermiş. Annesi Ömer’e çok teşekkür etmiş. Annesi çiçekli resmi duvara asmış.

Ömer’in annesi “Çiçek dalında güzeldir yavrum” demiş.

7/10 Yaş Grubu İkincisi
Öğrenci Adı Soyadı : RABİA KOKTAŞ
Okul Adı : NİLÜFER HATUN İLKÖĞRETİM OKULU
UÇAK MH. N:1 SEYHAN / ADANA
Yaşı : 10
Okuduğu/Etkilendiği Kitap ve yazarın Adı : GONCA’NIN GÜNLÜĞÜ – MEHMET MADEN

RESİM YARIŞMASI
Bugün kreşin ilk günüydü. Çocuklar oyun oynuyordu. Çağırıp, bağırışarak ve itişerek oynuyorlardı. İçerden Sibel öğretmen geldi. Sibel Öğretmen :

– Susun çocuklar dedi. Ortalığı sessizlik kapladı.
– Beni dinleyin dedi. Sesini inceltti.
– Öhö öhö arkadaşlar kıreşimizde resim yarışması var. Hepinizin katılmasını istiyorum. Yarışma Cuma günü yapılacaktır.

Cuma günü gelip çattı. Herkes kıreş bahçesinde toplandılar. Veliler çocuklarını izlemye gelmişlerdi. Herkes çok heyecanlıydı. Sonunda herkes heyecanla birinciyi bekliyordu. Birinci birazdan açıklanacaktı. Sibel öğretmen :

– Birinci olanı şimdiden alkışalayalım dedi. Herkes alkışladılar. Birinci açıklanıyordu. Sibel öğretmen :
– Kazanan Nurten Tekiloğlu. Herkes alkışladı. Nurten çok mutluydu. Hiç bu kadar mutlu olmamıştı. Nurten piyano almıştı.

Hayellerini gerçekleştirmişti. Piyano çalma kursuna gidecekti. Nurten’in kıreşinin bitmesine iki ay kalmıştı ve bu iki ayda göz açık kapayıncaya kadar bitti. Nurten kıreş diplomasını aldı. Nurten şuanda on yaşında ve dördüncü sınıfa gitmektedir. Kıreş zamanında resim yarışmasında birinci olup, piyanoyu alan Nurten kursa başlamıştır. Bu kursta çok başarılı olmuştur. Öğretmenleri tarafından sevilmiştir ve artık kurs bitmiştir. Nurten yirmi yaşında yetişkin bir genç kız olmuştur. Dans kolejinde okumaktadır. Bu koleji bitirmiş. Piyano öğretmenliğini kazanmıştır. Çocukları severek, piyano öğertiyor. Nurten işini seven başarılı güzel bir kızdır. Bu nedenle birçok talipleri vardır. Ama o işini çok sevdiği için evlenmeyi düşünmemektedir. Çünkü işini bir daha yapamayaçağını düşünüyordu. Ailesi onun evlenmesini istiyordu. Fakat o itiraz ediyordu. Bir Cuma sabahı Nurten piyano dersi vermek için evden çıkar. Korkunç birşey olur. Nurten kaza geçirir ve ona çarpan kişi hemen hastaneye götürür. Durumu kıritiktir. Kana ihtiyaç vardır. Bir türlü kan bulunamaz. Ama mucize gerçekleşir Nurten’e kanı çarpan kişi verir. Nurten o kişiye minnettar kalır. Bir iki gün geçmeden hastaneden çıkar. Tesadüf odurki Nurten’le çarpan kişi meslektaştır. Bir iki ay sonra ikiside birbirinden hoşlanırlar ve evlenmeye karar verirler. Bir, iki sene sonra geçmeden sıcak bir yuva kurarlar.

7/10 Yaş Grubu Üçüncü
Öğrenci Adı Soyadı : DUYGU KAYALI
Okul Adı : FAİK HIZIROĞLU İLKÖĞRETİM OKULU
MERKEZ MH. GAZEL CD. N:55
PURSAKLAR / ANKARA
Yaşı : 10
Okuduğu/Etkilendiği
Kitap ve yazarın Adı : ÇİKOLATALI MASALLAR – NEHİR AYDIN GÖKDUMAN

YEMEK BEĞENMEYEN ÇOCUK
Murat, iştahsız bir çocukmuş. Annesinin yemeklerini beğenmez, hep abur cubur şeyler yemek istermiş. Bisküvi, şeker, çikolata en sevdiği yiyeceklermiş. Birde gazozu görünce dayanamazmış. Annesi okula giderken Murat’ın beslenme çantasına sandviçler,börekler koyarmış. Fakat Murat çantanın kapağını bile açmadan geri getirirmiş. Harçlığını ıvıra zıvıra harcarmış. Annesi babası ne yaptılarsa biricik oğullarını bu huyundan vazgeçirememişler. Bir akşam, Murat’ın babası eve elinde bir dergiyle gelmiş. Dergiyi masanın üzerine bırakmış. Akşam yemeğini isteksizce yiyen Murat, mutfağa giderek kendine büyük bir çikolata almış. Babasinin getirdigi dergiyi karıştırarak dçikolatayı yemeye başlamış. O sırada tenleri simsiyah, bir deri bir kemik çocuklar görmüş. Bu çocuklar öyle zayıfmış ki neredeyse vücutlarındaki kemikler sayılıyormuş. Murat’ın kalbini bir üzüntü kaplamış. Babasına giderek ” Babacığım bu çocuklar acaba neden bu kadar zayıf?” diye sormus.

Babası üzgün bir sesle, ” bu çocukların ülkesinde kıtlık ve yoksulluk var Muratcığım” demiş. ”Yiyecek bulamadıkları için böyle zayıflar.”

”Peki biz onlara yardım edemez miyim?” diye sormuş Murat.
” Elbette edebiliriz” dedi babası. Herkes üzerine düşeni yapsa, dinyada bir tek aç bile kalmaz.

Murat o günden sonra annesinin yemeklerinin kıymetini öğrenmiş. Pişirdiği her yemekten yemiş. Harçlıklarının bir kısmını ise uzaklardaki o zayıf kerdeşleri için biriktirmiş. Babası birgün bu harçlıkları çocukların ülkesine göndermiş. O harçlıklarla bir çok çocuğun karnı doymuş. Murat’ın kalbine ise paylaşmanın huzuru dolmuş.

7/10 Yaş Grubu Jüri Özel Ödülü
Öğrenci Adı Soyadı : DAMLA BODUR
Okul Adı : FAİK HIZIROĞLU İLKÖĞRETİM OKULU
MERKEZ MH. GAZEL CD. N:55
PURSAKLAR / ANKARA
Yaşı : 7
Okuduğu/Etkilendiği
Kitap ve yazarın Adı : KABUKSUZ KAPLUMBAĞA

İŞTE O KORKULU GÜN
Dilara daha birinci sınıf öğrencisiydi ve daha yedi yaşındaydı. Bir gün saat on bir civarında bir telefon geldi. Dilara yatağından korkuyla uyandı. Annesi acele acele telefonu açtı. Arayan Dilara’nın halasıydı. Annesi verilen haberi duyunca bitkin düştü ve gözünden ufak ufak gözyaşı damlıyordu. Aniden telefonu kapattı. Dilara annesine ne olduğunu sorunca cevap alamadı. Ama birşeylerin yolunda gitmediğinin farkındaydı. Yinede ne olduğunu anlayamadı. Biraz vakit geçtikten sonra kapı çaldı, gelen Dilara’nın babasıydı. Dilara’yı, annesini ve Dilara’dan dört yaş küçük olan ikiz kız kardeşlerini alıp, Dilara’nın babaennesine götüreceğini ve bir an önce hazırlanmalarını istedi. On beş dk. Sonra hazırlanıp yola çıktılar. Babaannesine geldiklerinde ev çok kalabalıktı. Herkes ağlıyodu. Özellikle babaannesi çok kötüydü. Hem ağlayıp hemde birşeyler söylüyordu ama ne söylediği tam anlaşılmıyordu. Büyükler salonda toplanmış çocukların diğer odaya gitmelerini istediler. Bu durumdan Dilara hiç hoşlanmamış. Hala ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bu kalabalığın ağlamaların sebebi neydi. Bu kalabalıkta sadece dedesi yoktu. Acaba dedesi neredeydi? Sadece bunun farkına varabilmişti.

Odaya geçtiler, Dilara kardeşleri ve kuzenleriyle oyun oynamaya başladılar. Aradan biraz zaman geçtikten sonra babası odaya girip, bizim acele gitmemiz gerekiyor siz annenizle burada kalacaksınız dedi. Dilara’nın kafası iyice karışmıştı. Aradan yarım saat geçtikten sonra Dilara’nın annesini telefonu çaldı. Dilara’nın annesi telefonu alıp diğer odaya geçti. Annesi ağlamaklı bir ses tonuyla konuşuyordu. Dilara annesinin telefonda babasıyla görüştüğünü anladı. Annesi babasına ben Dilara’ya söyleyeyim mi? diye soruyordu. Babası sessiz kalmıştı. Dilara’nın ve kardeşlerinin gerçeği öğrenmesinin doğru olmadığını düşünüyordu. Telefon görüşmesi bittikten sonra annesi tekrar çocukların yanına geldi. Dilara ve kardeşlerine bu konu hakkında ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu. Annesi gerçeği söylemek yerine, tatlı bir yalan söyleme gereği duydu. Dilara kızım, sana birşey söylemem lazım beni biraz dinler misin? dedi. Dilara heyecanla annesinin ne söyleyeceğini bekliyordu. Biraz sessizlik oldu bu sessizliği annesi bozdu. Kızım konuyu çok fazla uzatmadan sana dedenle ilgili birkaç şeyden bahsetmek istiyorum dedi. Dilara anneciğim deden hastalanmış. Babanlar dedeni hastaneye götürdüler, sanırım deden uzun bir zaman orada kalacak. Bundan sonra dedeni belirli gün ve saatlerde ziyaret edeceğiz dedi. Dialra üzgün bir surat ifadesiyle peki hiç gelmeyecek mi? dedem dedi. O gelmeyecek ama biz onun ziyaretine gideceğiz dedi. Böyle söylemesine rağmen annesinin içi hiç rahat değildi, çünkü kızına yalan söylemişti. Ama buna mecburdu.

Dilara bu yalanla tam bir yıl geçirdi. Bir Pazartesi günü ailece dedesinin görüşüne gitmeye karar verdiler. Bu arada Dilara ikinci sınıf öğrencisi olmuştu. Ziyarete gittikleri yerdeki tabela Dilara’nın gözüne takılmıştı. Bu tabelada Sincan Kapalı Ceza Evi yazıyordu. Dilara babasına dönüp bu yazının ne anlama geldiğini sordu. Hani siz okulda bir suç işlediğiniz zaman öğretmeniniz ceza veriyorya hastahanede böyle kızım dedi. Nasıl yani bizim öğretmen buraya gelip hasta olanlara cezamı veriyor? Hayır kızım kavga edenlere ceza veriyorlar biraz burada bekletip çıkarıyorlar dedi.

Dilara tamam şimdi anladım baba dedi. Hatta kızım deden kavga etmiş dedenide buraya getirdiler dedi. Daha sonra üst kata çıktılar. Dedesinin yanına gittiler. Babası annesi ve dedesi masaya oturup, sohbet ettiler. Dilara istemeyerekte olsa konuşulanları duyuyordu. Dedesi olanlardan pişman olduğunu ve işin bu boyuta nasıl geldiğini hiç anlamadığını söylüyordu. Tabi Dilara hiçbirşey anlamadı. Kardeşleriyle oyun oynamay başladı. Görüş bitişinde Dilara annesi ve babasına dedesi hakkında ısrarlı sorular soruyordu. Artık annesi ve babası çaresiz kalmıştı. Söylemelerinin gerektiğini düşündüler. Söze ilk babası başladı. Dilara canım kızım deden hastanede değil işlediği suçtan dolayı ceza evinde dedi. Dilara bundan hiçbirşey anlamadı.

Peki baba cezaevi ne demek? dedi. Kızım orada büyük bir suç işleyenler kalıyor dedende bunlar arasında dedi.

Artık Dilara tüm gerçekleri öğrenmiş ve daha küçük yaşta hayatının en kötü anını yaşamıştı.

Sonuç olarak Dilara tüm insanlara kötülüklerden ve suçlardan uzak bir yaşam diliyordu.

11/14 Yaş Grubu Birincisi
Öğrenci Adı Soyadı : DAMLA BODUR
Okul Adı : KAMBERLİ İLKÖĞRETİM OKULU KAMBERLİ KÖYÜ ALTINÖZÜ / HATAY
Yaşı : 11
Okuduğu/Etkilendiği Kitap ve yazarın Adı : BİLİM KURGU DÜNYASI

İLGİNÇ UZAYLILAR
Bir gün Çin topraklarında bir çiftçi sebze ekerken daha önce hiç görmediği birşey belirdi. Gökyüzünde önce bir ışıktı, sonra bir uzay aracına döndü. Çiftçi korkudan titremeye başladı ve uzaylı araçtan inerek:

•  Ey dünyalı! Nedir senin ismin?

•  Merhaba, ben Ali. Peki senin ismin ne in misin, cin misin nereden geliyorsun?

•  Ben Moli. Ben bir uzaylıyım.

•  Ama sen sekiz gözlü, bir ağızlı bir şeysin. Üstelik burnun yok, bize yani insanlara hiç benzemiyorsun.

•  Evet, biz uzaylılar insanlara benzemeyiz. Çünkü her gezegenin canlıları farklıdır. Uzaylıların seni şaşırtacak bir yönünü daha söyliyeyim. Biz uzaylılar tam bir milyon yaşına kadar yaşarız. Bir milyon yaşına geldikten sonra sadece bir avuç toprağa döneriz. Toprağa dönerken yeni bir nesil doğar. Uzay çok temiz bir yerdir. En çok uzayda el yapımı teknolojik araçlar kullanılır. Uzaylıların en sevdiği yemek ise parodur.

•  Paro nedir?

•  Paro solucan kavurmasıdır.

•  Iyy….. Nasıl yiyorsunuz onu.

•  Dedim ya her gezegenin canlısı farklıdır.

•  Doğru öyle demiştin.

•  Biraz da sen kendini anlat.

•  Biz insanlar yani biz Çinliler en çok suşiyi severiz.

•  O da ne öyle?

•  Çiğ balık ve çok acı soslu bir yemek. O sosu bizden başka kimse yiyemez. Çünkü çok acıdır. Ben 50 yaşındayım. Biz insanlar en çok 100 yıl yaşar ya yaşamaz. Zaten o zamana kadar ölmekten beter olurlar ha,ha,ha… Neyse bizler topraktan oluşuruz ama öldüğümüzde toprağa dönüşmeyiz toprağa gömülürüz. Ancak ruhumuz ölmez.

•  Çok ilginç! der ve ayağa kalkar:

•  Tanıştığımıza memnun oldum. Benim hemen uzaya dönmem gerekiyor, vücut oksijenim bitiyor.

•  Nasıl yani?

•  Yine geleceğim, sana sonra anlatırım. Bir dahaki gelişimde o ektiklerinin tadına bakacağım. Çok merak ettim onları. Seni çok sevdim, görüşmek üzere…

Hızla geldiği gezegene döner. Çinli çiftçi de yaşadığı ilginç tanışmayı düşünüp gülümseyerek tarladaki işine devam eder. Uzaylı dostunun bir sonraki gelişinin heyecanını yüreğinde şimdiden hissetmeye başlar.

 

11/14 Yaş Grubu İkincisi
Öğrenci Adı Soyadı: SONGÜL ESER
Okul Adı: ŞEHİT TEYMEN HAKAN KABIL İLKÖĞRETİM OKULU YAYVAN KÖYÜ HANİ/ DİYARBAKIR
Öğretmen Adı :
Yaşı :
Okuduğu/Etkilendiği Kitap ve yazarın Adı :
GİZEMLİ KADIN
Karanlık bir yaz akşamıydı. Yıldızlar pırıl pırıl parlıyordu. Ay da adeta yıldızlara göz kırpıyordu. Ben ise dalgın dalgın pencereden dışarısını izleyip hayranlıkla çevreyi gözlemliyordum.

Evimiz yeşillikler arasında, sonu görünmeyen orman ağaçlarına yakın bir alandaydı. Uzaklara dalıp giderken birden gözüm ormana çarptı. Ormanın içini çok merak etmiştim. Ama bir türlü ormana girmeye cesaret edememiştim. Bu gece tüm cesaretimi toplamaya karar verdim. Ormana girmeye niyetliydim. Fakat saat geceyarısıydı. Annemle babam çoktan derin uykulara dalmışlardı. Bir ara gitsem mi, gitmesem mi diye tereddüte girdim. En iyisi bu merakı bu gece yenmekti! Yanıma el fenerini alıp, evden ürkek adımlarla uzaklaştım. Arkama baktığımda evden bir hayli uzaklaştığımı farkettim. Korkum gitgide büyümüştü. Ya karşıma tuhaf bir yaratık çıkarsa! Ya kocaman bir canavar görürsem! Bunları düşünmek bile korkunçtu. Korkudan ayaklarım titriyor, tüylerim diken diken oluyordu. Artık ormanı yarılamış gibiydim. Çevreden tuhaf tuhaf sesler işitiyordum. Başta kuş sesi olmak üzere başka sesler de duyuluyordu. Sanırım bu bir kurt ulumasıydı. Az kalsın ağlayacaktım. Arkama bile bakmadan koşmaya başladım. ” Artık geri dönmeliyim.” diyerek arkama baktım. Ama yolumu kaybettiğimi anladım. O Kadar telaşla koşmuşum ki nereden geldiğimi dahi hatırlamıyordum. Krokum git gide artmıştı. Çaresiz bir halde yolu takip edip, yürümeye başladım. Ne yapacağımı bilmiyordum. Az ilerde küçük bir ışık görünüyordu. O ışığa doğru koşar adımlarla ilerledim. Birde karşımda ne göreyim? Kocaman bir köşk! Dış görünüşü çok eski gibiydi. Bu köşk kurtuluşum olabilir diye düşünerek içeri girdim. Ama içerde beni kötü şeylerde karşılayabilirdi. Bu yüzden içeri girmek tehlikeli olabilirdi. Çünkü bu köşk harabe olmuştu. Aklım bana bu köşkten uzaklaşmamı, kalbim ise içeri girip, ne olup bittiğini anla diyordu. Kalbimin sesini dinleyip, korku dolu adımlarla içeri girdim. İçerisi darmadağındı. Işıklar sönük, heryer kapkaranlıktı. İçerde soğuk bir atmosfer vardı. Elimdeki el fenerini açtım. Ortalığı gözlemlemeye çalıştım. Duvarda bir sürü fotograf ve doğa tabloları vardı. Tabanları örümcek ağları sarmıştı. Her yer toz toprak içerisindeydi. Bu kadar büyük bir köşk nasıl bu hale gelmişti, akıllarda soru işareti bırakıyordu. Galiba terkedilmiş bir köşktü. Fotograflar çok ilgimi çekti. Fotograflarda güleryüzlü ve mutlu aile pozları vardı. Onlara bakıp bakıp içim gidiyordu. Üst kata çıkan eski ve kırık merdiven basamakları vardı. Artık bu yolun geri dönüşü yoktu. En iyisi yukarısını da görmek deyip yukarıya çıkmaya başlamıştım. İçimdeki büyük korku adımlarımı geri geri attırıyordu. Yine cesaretimi topladım. En sonunda yukarı çıkmıştım. Bulunduğum katta dört-beş oda vardı. Hepsinin kapısı kapalıydı. Fakat içlerinden bir tanesi aralıklıydı. Her yer o kadar karanlıktı ki! Ama o odada sanki bir mum ışığı vardı. Yavaş yavaş ayaklarım beni o odaya götürmeye başladı. Korku ve telaşlıydım. Ya içerde biri varsa! Ya başıma birsey gelirse! O zaman ailem ne yapar bensiz? Neyse bütün düşüncelerimi bir kenara bırakıp yavaşça kapıyı açtım. İçeride eski püskü eşyalar duruyordu. Her yer toz duman içerisindeydi, göz gözü görmüyordu. Dikkatimi ortada duran koltuk çekmişti. Birde ne göreyim koltukta arkası dönük biri oturmuştu. Korkum tavana fırladı. Az kalsın ödüm kopacaktı. Uzun bir çığlık attım. ”Korkum tavana fırladı.” deyimi yaşlı kadın için de geçerliydi. Çünkü koltuktaki kadın çığlığımla birlikte ayağa fırladı. İkimizde çok korkmuştuk. Ondan kendisini tanıtmasını istedim. Çünkü böyle eski bir evde tek başına oturmasına bir türlü anlam verememiştim. Yaşlı kadıncağızın gözünden yaşlar su gibi akıyordu. Ona o kadar acımıstım ki! Bana bütün hayatını anlatmaya başladı. Bundan dört beş sene önce mesut bir ailesi varmış. Oğlu, gelini ve iki torunuyla beraber güzel bir hayat geçiriyorlarmış. Bir gün oğlu ailesiyle beraber küçük bir seyahat etmişler. Karşıdan hızla gelen bir kamyonla çarpışıp büyük bir kaza geçirmiş ve oracıkta tüm aile hayatlarını kaybetmişler. O günden beri kadıncağızın yüzü hiç gülmemiş. Kendisini bu küçük odaya hapsetmiş. İnsanlarla bir araya gelip iki çift söz etmemiş. Hayatla olan tüm ilişkisini kesmiş. Bir ölüden farksız değilmiş yani. Onu dinlerken gözyaşlarrıma halim olamadım. Onu yeniden hayat bağlamak istiyordum. İşe evini temizleyerek başladım. Tüm camları, kapıları sonuna kadar açıp, evin içini havalandırdım. Annemle babamada haber vermiştim. Onlar da yaşlı kadına çok üzülmüşlerdi. El birliğiyle evini pırıl pırıl yaptık. Yaşlı kadıncağız sevinçten ne yapacağını bilemiyordu. Yeniden bir ailesi vardı. Onun için bundan daha güzel bieşey olamazdı. Yaşlı teyzenin hikayesini okuldaki arkadaşlarımla paylaştım. Onlarda onu görmeyi, onu mutlu etmeyi çok istiyorlardı. Her okul çıkışı onu ziyarete gidiyor, birlikte gülüp eğleniyorduk. Bize kek ve kurabiyeler yapıyordu. Onunla çeşitli oyunlar oynuyorduk. Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorduk bile…. Artık o korkunç orman en keyif aldığımız yer olmuştu.

Yaşlı kadıncağız o karanlık hayattan arınıp aydınlığa kavuşmuştu. Herşey gözüne çok daha güzel görünüyordu. Onun eski köşkünü onarıp yepyeni bir köşk yaptık. Bahçesine çeşitli çiçekler ektik. O güzel köşke ”Mutluluk Köşkü” adını verdik.

Yaşlı ve gizemli kadını mutlu ettiğim için kendimle gurur duyuyorum. İyiki o karanlık gecede ormana dalmışım. İyiki kalbimin sesini dinleyip, köşke girmişim….

11/14 Yaş Grubu Üçüncüsü
Öğrenci Adı Soyadı : SONGÜL ESER
Okul Adı : ŞEHİT TEYMEN HAKAN KABIL İLKÖĞRETİM OKULU YAYVAN KÖYÜ HANİ / DİYARBAKIR
Yaşı :
Okuduğu/Etkilendiği Kitap ve yazarın Adı :
ANNE VE BABANIN EŞSIZ SEVGİSİ
Günlerden bir gün kuytu bir sokakta dalgın dalgın yürüyordum. Birdenbire yerimde donakaldım. Karanlıktna olsa gerek yüzümde bir karartı belirtti.

İçimde tuhaf bir korku vardı. Herhalde geceninkaranlığındandı. Artık ürker bir şekilde adımlarımı atıyordum. Gece gece sokağa çıkmamın çok önemli bir sebebi yoktu. Evde bunalmıştım.Amacım sadece biraz hava almaktı. Aslında biizmkiler evden çıkmama pek müsaade etmemişti. Ama ben yine kafamın dikine gitmiştim. Gece dışarı çıkmak benim için oldukça tehilikeliydi. Ama benkendime güveniyordum. Dalgın dalgın yürürken kendime olan güvenim birden büyük bir korkuya dönüşmüştü. ”Ben nasıl buraya kadar geldim” diye başlamıştım. Korkumu bir kenara bırakıp emin adımlarla yürümeye devam ediyordum. Birden karşımda bir genç kız gördüm. Onun bir kız olduğunu önceden anlamamıştım. Çünkü karanlık bir kuytuda hıçkıra kıçkıra ağlıyordu. Yavaş yavaş ona doğruı yürüdüm. Beni ilk gördüğünde o da çok korktu. Benimde bir genç kız olduğumu görünce korkusu azda olsa geçmişti. Yanına oturup onun kim olduğunu ve gecenin bu saatinde neden burda ağladğını öğrenmeye çalıştım. Aramızda tanışma amaçlı bir konuşma geçti. Önce ben kendimi tanıtım. Konuşmamız git gide güzel bir arkadaşlığa dönüşüyordu. Bana kendisini anlatmaya başladı. Başından geçen kötü olayları bir bir anlattı.

Annesi daha çok küçükken ölmüş. Babası oldukça fakirmiş, ama bir o kadar da iyi ve zengin kalpliymiş. Ona bakması için zamanında genç bir kadınla evlenmiş. Ama bu kadın babası kadar iyi kalpli değilmiş. Tam aksine zalim biriymiş. Durmadan genç kıza eziyet ediyormuş. Bu kadınında bir kızı olmuş. Oda annesinin huyunu taşıdığı için genç kıza oldukça eziyet ediyormuş. Genç kız ondan kat kat güzel olduğu için onu çekemiyormuş. Nerde yırtık, eski püskü yamalı elbise varsa hepsini ona verip, giydiriyorlarmış. Genç kız babası gibi iyi ahlaklı olduğu için onalra karşı çıkıp saygısızlık yapmıyormuş. Kızın babası o kötü kadına fazla dayanamayıp bir kaç yıl içerisinde hakkın rahmetine kavuşmuş. Genç kız artık o acımasızların elinde yapayalnız kalmıştı. Kötü ana-kız, yetim kalan kıza daha da eziyet etmeye başlamışlar. Onu bir köle gibi çalıştırıyorlarmış. Bir zaman sonra para da kazanmasını istemişler. Genç kız ne yapcağını bilmiyordu. Evden kaçmalı mı? Yoksa o iki cadıya boyun mu eğmeliydi? Kızcağız adeta, iki arada bir derede kalmıştı. Bir iki gün çalışmış. Evlere temizlik yapmaya gitmiş. Eve para da götürmüş. Ama kötü kadın aldığı paradan pek memnun kalmamış. Genç kızı yaka paça evden atmış. Genç kız ağlaya ağlaya kendini bu dar ve ıssız sokakta bulmuştu. Ban bunları anlattığında benimde gözümde iki damla yaş aktı.

Demek ki beterin beteri varmış. Genç kızın bu durumuna çok üzülmüştüm. Ona yardımcı olmak için elimden gelen ne varsa yapmaya hazırdım. Onu alıp eşsiz yuvama gitmek istiyordum. Onunla çok iki dost ve kardeş olmuştuk. Herşeyimi onunla paylaşıyordum. En güzel en yeni giysilerimi ona veriyordum. Onu can yürekten sevmiştim. Annem banam ve küçük kardeşimde onu çok evmişti. Ona sahip çıktıkları için onlara olan sevgim dahada artmıştı. Ailemi çok seviyordum. Bizi genç kızı aynı ölçüde seviyorlardı. Üçümüzede eşit davranıyorlardı. Böyle bir anne ve babaya sahip olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Keşke bütün insanlar bu kadar sevecen ve içten olabilselerdi. Bence iyi insanlar daima kazanır ve her kötülüğün üstesinden gelebiliriler.

11/14 Yaş Grubu Jüri Özel Ödülü
Öğrenci Adı Soyadı : ESMA KARABACAK
Okul Adı : FAİK HIZIROĞLU İLKÖĞRETİM OKULU
MERKEZ MH. GAZEL CD. N:55 PURSAKLAR / ANKARA
Yaşı : 11
Okuduğu/Etkilendiği Kitap ve yazarın Adı : PEMBE PANTALONLU BULUT / OYA USLU
GEZGİN BULUT
Bir gün küçük bir kasabada yaşayan büyük bir aile varmış. Bu aile çok mutluymuş. Bu ailenin çocuklarından birisi Elifmiş. Elif çimenlerin üzerine yatmış. Bulutları izliyormuş ve yanına yeğeni Efe gelmiş.
Efe sormuş:
– Elif sen burada nereye bakıyorsun?
Elif:
– Bulutlara bakıyorum.
Elif Efe’ye bak şurada tavşan şeklinde bir bulut var demiş. Elif aaaa bende şurda tavşan şeklinde bir bulut gördüm demiş. Efe de aaaa şu bulut durmadan bir yandan bir yana gidiyor. Elif ”evet o bulutun yanına gidelim” demiş.
Efe:
– Tabi olur demiş.
Bulut nereye gittiyse onlarda oraya gitmişler. Bulut bir anda ormanın ortasında durmuş. Bulut aşağı doğru iniyormuş. Elif ile Efe ne yapacağını şaşırmışlar. Bulut birden Elif ile Efe’nin yanına inmiş. Efe ile Elif çok şaşırmışlar. Bulut şöyle bir soru sormuş siz beni neden takip ediyor sunuz? Onlar şaşkınlıkla bi bi biz sizin nereye gittiğinizi merak etmiştik. Bulut şöyle cevap vermiş.
– Oturunuz çimenlerin üstüne.
Bulut anlatmaya başlamış:
– Bana arkadaşlarım gezgin bulut derler.

Elif şöyle soru sorar:
– Şimdi say say bitmez. Dört veya beş yeri sayar mısın?
” İstanbul, Fethiye, Samsun, Adana, Bursa, Mersin, Çanakkale”
Elif:
– Ne kadar çok yeri gezmişsin bulut.
– Evet ne kadar çok yer gezdim.
Elif:
– Sizin arkadaşlarınıza neden lakap takarlar?
Bulut:
– Çünkü herkesin bir lakabı var. Mesela mavi mavi pantalonlu bulut.
Elif:
– Senin annen baban kızıyor mu gezmene?
Aaa bizim gitme vaktimiz geldi. Bizim evimizin yolunu gösterir misin?
Bulut:
– Tabiki gösteririm. Yarın beni kapının önünde bekleyin.

Yaşadıklarını arkadaşlarına anlatırlar. Arkadaşları bu bulutu çok merak ederler. Gezgin bulut onlara ödevlerini yaptırır, şiirler okur. Hikayeler, masallar,öyküler anlatır onlara. Her zaman derslerinde çalışkan olurlar. Gezgin bulutla gezerler, eğlenirler. Gezgin bulut onlara bir tavsiyede bulunur. Sakın zamanını boşyere harcamayın dedi.

Çocuklar bu tavisyeye uyarlar saygı duyarlarmış. Gezgin bulut uçarak gökyüzüne yükseldi ve çocuklar gökyüzün tebessümle bakarlarmış.