Bir gün bütün anılar son bulurken, sevdiklerimiz de hayatımızdan tek tek ayrılmaya başlar yaprak dökümü misali…
Bazen bilinçli uzak duruş gerçekleşir daha fazla acı duymamak ya da acı vermemek için…Bazen de istenmeyen nedenlere bağlı olarak artık yokturlar.
Belki de hiç olmadılar ve yalnızca bizim duygularımız onlara anlam verdi, bizim var ettiğimiz bakışlarla şekle büründüler. Ne kadar iyiyiz ki zihnimizde, bu dünya oyununda hangi vasfımızla rol üstlendik? Kime ve neye kanıt gerekliydi bunca zamanın bize öğrettikleri…
Tohum olduk, filiz olduk, ağaç olduk ve yine meyve… Meyveyi yiyen bir hayvan, hayvanı yiyen bir insan, insanı yiyen ne? Ego mu, hırs mı, para mı, tüketim mi, duygular mı? Kendisini yer insan bitip tükenmek bilmeyen öfkesiyle… Peki bu öfke neye?
Bilinmeze mi, daima var olma tutkusundaki arayışa mı? Son verilene olan kabullenişe mi?
Güç savaşının sona ermesine mi yoksa daha iyi bir beklenti umudundan nereye varılacağı fikrine varılamayacağına mı?
Mutlu olan bir insan, mutsuz olanı başına gelen bir durum karşısında mı anlamak zorunda? Ya da umutsuz bir insan kendisinden memnun kalan kişiye neden anlatamaz kendisini…
Belki de artık his denilen kavramın nötr olmasıdır formül öyle mi? Nötr durum yine bir şey kazandırmıyorsa yine dairesel bir döngüyle başa mı sarıyor insan, bu sefer eski sen olmayarak?!
Dünya bilinmeyen denklem misali herkese bir gün büyümeyi öğretiyor. Bir gün herkes büyüyecek…
Peki öyleyse içimizde her şeye iyilik, güzellik, sevgi besleyen küçük prens ve prenses kalpler ne zaman ortaya çıkacak?
Burnumuzda tüten eski ve saf bir anıyı hatırlatan o hatıralardaki çocukluğumuzda yediğimiz lezzetli bir yemek, babamızın bize sunduğu gurur dolu bakışlar, hayal dünyamızda kurguladığımız oyunlar, bizi kahkahaya boğan anılardaki hatalarımızdan aldığımız keyfin sonucu, doğadaki her varlığın doğuşunu coşkuyla karşıladığımız hisler…
en sevdiğimiz tanıdık duygularla bizi bize hatırlatırken, nereye varmak istiyor insanoğlu?