EDİRNE EFSANELERİNDE KADIN KAVRAMINA TOPLUMDİLBİLİMSEL BİR BAKIŞ
Dr. Sibel ÇELİKEL *
İnci YILMAZ ŞİMŞEK **
ÖZET
Dil, toplumun ihtiyaçlarına göre şekil alır ve toplumla karşılıklı etkileşim içindedir. Dil, konuşan toplumun ihtiyaç ve isteklerine göre şekillenirken, o dili kullanan bireyler de sahip oldukları dil bilgisiyle kimlik kazanır, keşifler yapar, sanat eserleri oluşturur ve toplumu dönüştürür. Toplum ve bireyler, sahip oldukları dil aracılığıyla dünyayı anlamlandırır, anlatır ve ifade ederler. Dil, düşünce dünyasını etkiler ve insanın dünyayı tanımasında önemli bir rol oynar. Bir toplumun kültürü, maddi ve manevi ürünlerin tümünü kapsayan bir olgu olarak dille doğrudan ilişkilidir. Dolayısıyla, insanlar tarafından yaratılan dil, aynı zamanda kültürü de oluşturan unsurlardan biridir.
Efsaneler, yazınsal metinler arasında yer alır ve toplumdilbilimsel bir inceleme konusu oluşturur. Bu incelemeler, metindeki anlamların tespiti ve metinlerdeki yazınsal, kültürel ve değerlerin nasıl yansıtıldığının bütüncül bir şekilde incelenmesini gerektirir. Sözlü kültürün bir ürünü olan efsaneler, geçmiş ve zaman içindeki değişimleriyle, doğdukları ve yaşadıkları toplumların tarih ve kültürü hakkında derin bilgiler sağlarlar. “Kadın” kavramı, dilbilimsel ve kültürel bir bağlamda değerlendirilmelidir. Bu nedenle, kavramın toplumdilbilimsel açıdan incelenmesi gereklidir. Bu inceleme, Türk toplumundaki sosyal, kültürel değişim ve gelişmelerin “kadın” kavramından yola çıkılarak irdelenmesini amaçlar.
Anahtar Kelimeler: Toplumdilbilim, efsane, kadın, kavram, sözlü kültür
- TOPLUMDİLBİLİM
Toplumdilbilim, dilin sadece dilbilgisi kuralları veya yapısıyla (Yapısalcılık) beyaz zihinle olan ilişkisi anlamlandırılarak (Üretici Dönüşümsel Dil Kuramı) açıklanamayacağı görüşlerine tepki olarak ortaya çıkmıştır. Dil öğrenirken, sadece dilbilgisi kuralları değil, aynı zamanda dilin toplumsal kuralları da öğrenilir. Hymes’a (1972b: 277) göre, bir çocuk dil öğrenirken dilbilgisi kurallarına değil, toplumsal kurallara göre öğrenir. Dolayısıyla, dilin sosyal kullanımları da herhangi bir dil kuramının anlaşılmasında ele alınmalıdır. Dil kullanımı, sosyal davranışların sürekli bir parçasıdır ve dilsel yapılar sosyal anlamı inşa eder. Dil, toplumdan bağımsız değildir ve toplumların geçmişten bugüne yaşadığı olaylar dilin değişimini etkiler Direkçi (Direkçi, 2019).
İlgili alan yazında toplum dilbilimin farklı tanımlarının yapıldığına rastlamak mümkündür. Toplumdilbilim, dil değişkenlerini, işlevlerini, bu değişkenleri kullanan kişilerin birbirlerini etkileyerek dilin değişimine yol açtığı bilim olarak ele alınmaktadır (Fishman, 1972). Ayrıca, toplumdilbilim dilin toplumla ilişkisini, toplumsal katman, eğitim, cinsiyet, yaş, kültür gibi faktörler açısından inceler. (Dubois, 1974: 4442’ten akt. Günay, 1995: 5; Kocaman ve Osam, 2000; Öztürk Dağabakan, 2012; Chambers, 2013) Tanımlardan da anlaşılacağı üzere toplumdilbilimi, dilin toplumsal kullanımlarını inceleyen bir bilim dalıdır.
Dil; zaman, coğrafya ve toplumsal yapıya bağlı olarak farklılaşmasının yanı sıra etnik özellikler, eğitim, aile, cinsiyet, yaş gibi etkenlerden de etkilenir. Bireyler doğumlarından itibaren genellikle aileleri ve yakın çevrelerinde edindikleri dili, örgün eğitim ve kitle iletişim araçları sayesinde ölçünlü (standart) dile yaklaştırır. Labov’un belirttiği gibi, ölçünlü dil dışında çeşitli dil kullanımları mevcuttur. Ölçünlü dil, genellikle bölgesel veya toplumsal normlara göre değişmeyen dildir, ancak bölgesel türler (diyalektler) bir bölgeden diğerine değişebilir. Bu değişimlerde eğitim, meslek, yaş grupları ve sosyal çevre gibi faktörler belirleyicidir (İmer, 1987: 219-227).
Toplumu oluşturan bireyler tarafından kullanılan kültürel bir yapı olarak kabul gören dil toplumsal yasa ve kurallardan bağımsız olarak değerlendirilemez. Bireyler, toplum içindeki çeşitli özelliklerine bağlı olarak farklı dilsel davranışlar geliştirirler. Toplumdilbilimin amacı, farklı grupların dilsel davranışlarını belirleyen kuralları saptamak ve bu kurallar çerçevesinde bireysel davranışı açıklamaktır (Karahan, 2001). Bu bağlamda, toplumdilbilim, toplumsal özelliklerin dile yansıması sonucunda ortaya çıkan farklı dil kullanımlarını belirlemek ve değerlendirmekle ilgilenir (König, 1991; İmer, 1990: 16).
Toplum bilim açısından dil, temelde bir iletişim aracı olmasının yanı sıra bireysel, toplumsal ve kültürel bir kurum olarak kabul edilir. Bu bağlamda yaşamın her alanıyla yakından ilişkilidir. Dolayısıyla, dil toplumu şekillendirirken, toplum da dili biçimlendirir. Dildeki gelişmeler toplumsal değişimleri yansıtır ve toplumdaki değişimler dilde kendini gösterir (Günay, 1995: 6).
Toplumdilbilim, dil ve toplum arasındaki ilişkileri inceleyen bir alandır. Bu bağlamda dilsel ve toplumsal yapılar arasındaki ilişkileri inceler. Dil, insanların sosyal organizasyonlarının her alanındaki ifadesi ve aracıdır ve toplumdilbilim, dilbilimi toplumsal bakış açısından inceleyen bir disiplindir. (Vardar, 1998: 204)
Toplumdilbilim, konuşucunun ve dinleyicinin toplumsal konumuyla iletişim durumlarını ve farklı söylem çeşitlerini, bir başka deyişle bu iki tür olgu arasındaki eşdeğişirliği inceleyen karma daldır (Vardar, 1998: 204). Bu bakımdan dil ve toplumsal yapılar arasındaki neden-sonuç ilişkisini belirlemeye çalışır ve bazen bu disiplinin sınırları etnolojininkilerle karışır.
Dil, insanların sosyal organizasyonlarının her alanındaki ifadesi ve aracıdır. Bu nedenle, dil çeşitli ilgi alanlarında incelenir ve her biri farklı yöntem ve kuramlara sahiptir. Farklı yöntem ve kuramlar, dili dilbilimde çeşitli açılardan ele alır ve bir araya gelerek disiplinin zenginliğini oluşturur. Ancak toplumdilbilim, dilbilimin içinde, dilin toplumsal açıdan incelenmesini sağlayan bir disiplindir (Öztürk Dağabakan, 2016:88).
1.1. Toplumdilbilim ve Edebiyat
Toplumdaki değişimler, dilin değişmesine sebep olabilir. Bu sebeple, toplum ve dil arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır. Bir dilin belirli bir dönemdeki kelime dağarcığını incelemek, o dönemde toplumdaki gelişmeleri ve değişimleri anlamak için bir bakıma “dilin nabzını tutmak” olarak nitelendirilebilir (Aksan, 1988). Bu bağlamda, belli bir dönemdeki dil varlığını incelemek için önemli bir kaynak, o toplumun kültürel birikimidir. Masal, destan, roman, öykü gibi her türlü anlatı önemli bir kaynaktır (Günay, 1995).
Toplumun dille ilgili ürettiği her şey topluma ait ve toplum içindir. Dil, toplumun yaşam tarzı, davranış kalıpları, inançları, çevreyi algılama biçimi ve düşünsel evrimiyle sıkı bir ilişki içindedir. Diğer bir deyişle, dilde meydana gelen herhangi bir gelişme, toplumun çeşitli alanlarına etki edecektir; benzer şekilde, toplumdaki herhangi bir değişim de dilin yapısında kendini gösterecektir. Sonuç olarak dil ile toplum arasındaki ilişki ve etkileşim karşılıklıdır (Köning, 1992:326-327). Dil, toplumsal yapıyı etkilerken, aynı zamanda toplumsal yapı da dili etkileyerek biçimlendirir.
Edebiyat kendi başına var olmadı: Toplum içinde doğan ve toplumun ifade biçimi olarak varlığını sürdüren edebiyat, bir topluluğun kendi duygu ve düşüncelerini yansıtan bir araçtır. Dolayısıyla, edebiyat bir tür toplum dili olarak kabul edilebilir. Edebiyat, toplumun düşüncelerine bağlı olarak şekillenen bir üst dildir. Bir bireyin tek başına bir olayı anlatması değil, toplumdaki bir grup adına ve onlar için bir toplumsal olguyu açıklamasıdır. Bu anlamda, edebiyat toplumun düşüncesini, başka bir iletişim biçimi aracılığıyla ifade etme şeklidir. Bu perspektiften bakıldığında, edebiyat toplumdilbiliminin konusunu oluşturabilir, diye düşünüyoruz (Günay,1995). Bireyin yazdığı roman, tiyatro, şiir, destan ya da herhangi bir yazınsal tür topluma ait olan dille yazılmıştır.
Her tür yazınsal eser, toplumla bağlantılı bir etkinliği gerektirir. Bu nedenle, edebiyatın topluma ait olduğu söylenebilir. Bu bağlamda edebiyat toplumun malıdır, denebilir (Escarpit, 1968:118).
Toplumdilbilimde, dil bireyin değil, toplumun ürünü olarak kabul edilir. Dolayısıyla, dilin en sağlıklı şekilde incelenebileceği ve ilgili verilerin alınabileceği yer toplumun kendisidir. Bu nedenle, toplumdilbilim veri toplarken genellikle sosyal bilimlerin araştırma yöntem ve tekniklerini kullanır. Bu yöntemler arasında saha araştırmaları (kesitsel veya boylamsal), görüşmeler, gözlemler (özellikle katılımlı), doküman incelemeleri, ses kayıtları, video kayıtları gibi teknikler bulunur (Yıldırım ve Şimşek, 2013). Toplumdan veya belirli bir kesimden elde edilen veriler, dilbilimin analiz yöntemleri kullanılarak incelenir ve hedef kitle ile ilgili genellemelere ulaşılmaya çalışılır. Bu bağlamda, toplumun hayal gücü ve inanışlarının yansıması olan efsaneler, toplumdilbiliminin önemli konularından birini oluşturur.
1.1.1.Toplumdilbilim ve Kadın Kavramı
Türkiye’de yapılan araştırmalar arasında ilk olarak Güray Çağlar König’in 1992 yılında yayınlanan “Dil ve Cins: Kadın ve Erkeklerin Dil Kullanımı” adlı makalesi öne çıkmaktadır. Bu çalışma, kadın ve erkeklerin dil kullanımındaki farklılıkları ele almaktadır. König, kadınlar için kullanılan dilin biyolojik ve dilbilgisel cinsiyet açısından incelenmesine odaklanmaktadır. Kadın ve erkek dil biçimlerini ortaya koyarken konunun uzmanı bilim insanlarının görüşlerini ve çeşitli örnekleri de içeren bir yaklaşım benimsemektedir.
Lerzan Gültekin ise “Nezihe Meriç’in İlk Dönem Öykülerinde Kadın Bakış Açısı” adlı makalesinde Nezihe Meriç’in ilk dönem öykü kitaplarından seçilmiş beş öyküyü feminist kuramlar çerçevesinde incelemektedir.
Songül Çek’in “Türk Halk Ninnilerinde Kadın Diline Ait Metaforlar Üzerine Bir Değerlendirme” adlı çalışması ise ninnilerdeki kadın diline ait metaforları inceler. Yazar, ninnilerde kadının ifade etmediği duygularını metaforlarla dile getirdiğini belirtir ve bu nedenle ninnilerde metonomik ve metaforik ifadelerin sıkça kullanıldığını vurgular.
Nazife Aydınoğlu’nun “Kadın ve Dil” çalışması ise iki ana konuya odaklanmaktadır. Birincisi, Türkçede kadın hakkında kullanılan dilin kadının ikincil konumuna ne kadar ışık tuttuğunun araştırılmasıdır. İkincisi ise, kadının kullandığı dil ile onun konumu arasındaki ilişkilerin tarihsel gelişimini örneklerle incelemektir. Aydınoğlu, Türkçede dil yoluyla kadının olumsuzlandığını ve aşağılandığını tespit ederken, dilin bu tür ifadelerden arındırılmasıyla kadının konumunun iyileştirilebileceğine dikkat çekmektedir.
- Türk Mitolojisinde Kadın Tipi
Aile tüm toplumlar için temel bir kavramdır. Buna örnek olarak Dede Korkut Hikayeleri’nde görülen aile yaşayışı da gelenekler ve toplumda anayasa yerine geçen törelerle güçlü bir şekilde örülmüştür. Türk destanlarında olduğu gibi Dede Korkut Hikayeleri’nde de aile, sağlam bir temel üzerine kurulmuş ve kadınlar bu yapı içinde önemli bir rol oynamaktadır. Kadınlar, soyun devamlılığını sağlayan, yuva kuran, fedakarlık ve sadakatiyle toplum içinde farklı bir konuma sahiptirler.
Türk destanlarında, zaman zaman kadınlar evin liderliğini üstlenirken eşlerinin en büyük destekçisi olarak hareket ederler. İhtiyaç duyulduğunda eşleriyle birlikte ata binip ava giderken her türlü tehlikeyi göze alarak yiğitlik özellikleri sergilerler. Göçebe toplum yapısı içinde ata binen, kılıç kuşanan, ok atan ve ava çıkan kadın destan kahramanları, Altay yöresi destanlarındaki Altın Arığ ve diğer örneklerde olduğu gibi son derece etkilidirler. Kırgızların Cangıl Mırza, Uygurların Nözüğüm, Başkurtların Zaya Tülek, Hakasların Altın Arığ destanlarında baş kahraman hep kadındır. Manas’ın eşi Kanıkey, bozkır kültürünün ideal kadın tipi olarak öne çıkar. Danışmentname’deki Efrumiye adlı kadın kahraman da destanlardaki kadın tipinin idealize edilmiş bir örneğidir. Yine Battal Gazi Destanı’nda Battal’ın eşi Zeynep ve müslüman olmayı kabul edip Battal Gazi ile evlenen Mah Piyruz, Kayser’in askerleri ile kahramanca savaşır, tutsak olur ve kulede tutsakken birlikte tutsaklıktan kurtulurlar.
Destanlarda yer alan kadın kahramanlar, güç, kuvvet, cesaret ve yiğitlik açısından erkek kahramanla eşit tutulur. Kadının destanlardaki yeri ortaya çıktığı dönemin sosyal hayattaki mevkiiyle benzerlik gösterir. Destanlarda yer verilen analık görevi, Türk toplumunda kadına büyük değer atfedilmesini sağlamış ve onu adeta ilahi bir varlık olarak kabul ettirmiştir.
Tanrı’ya Yaratılış Destanı’nda insanları ve dünyayı yaratması ilhamını veren Ak-Ana, bir kadındır. Oğuz Kağan’ın ilk karısı ışıktan, ikinci karısı ağaçtan doğmuş kutsal kadınlar olarak tasvir edilmiştir. İslamiyet’ten sonra oluşturulan Türk destanlarında kadın anlayışının aynı şekilde sürdüğü görülmektedir. Özellikle Dede Korkut destanında kadınların rolü ve önemi dikkat çekicidir.
Manas destanında, kadınlar evin kaderini ve namusunu koruyucu olarak tasvir edilir. Dede Korkut’ta ise Kan Turalı, düşmanlar tarafından kuşatıldığında eşi Selcen Hatun atına biner, kılıç kuşanır ve savaşır. Bayındır Han’ın ziyafetlerinde ise, oğullarını ak otağa, kızlarını Kızıl Otağa, ne oğlu ne kızı olanları ise Kara Otağa oturtmasıyla bu değerler pekiştirilir ve kadının toplumdaki soyu devam ettirme işlevine büyük önem verildiğinin işaretidir. Dede Korkut’ta Banu Çiçek kendisini güreşte yenemeyen bir erkekle evlenmek istemediğini dile getirmesi ve güreşe tutuşması kadın erkek eşitliğine bir işaret olarak yorumlanabilir.
Türk destanlarında, karı-koca sevgisi ve kocaya olan bağlılık belirgin bir şekilde öne çıkar. Özellikle Dede Korkut’ta aile bağlarına büyük bir değer atfedilir. Tek eşlilik, aile dışında aşk kavramının görülmemesi, eşlerin birbirine karşı saygılı olması, birbirlerinin duygu ve düşüncelerine önem vermeleri, kadın karakterlerin savaşçı olarak ifade edilmesi ve eşlerinin yardımına koşacak kadar cesur karakterize edilmeleri bunun göstergeleri olarak ele alınabilir.
2.1 Efsane
Türkçe Sözlük’te, Farsça kökenli olan efsane terimi, “eski çağlardan beri söylenegelen, olağanüstü varlıkları, olayları konu edinen, hayali hikaye, söylence” şeklinde tanımlanmıştır (TDK, 1998: 674).
İnsanoğlunun tarih boyunca toplum düzenini sağlamak için geliştirdiği pek çok uygulama, çoğunlukla ilkel inançlar ve dinler aracılığıyla güçlendirilmiştir. Bu düzen sağlayıcı uygulamalar, toplumun ruhsal yapısına sağlam bir şekilde yerleştirilmiştir. Göçebe toplumlarında yazıya olan ihtiyacın azlığı nedeniyle, söze dayalı hükümler öne çıkmış ve bu şekilde, toplum düzenini korumak için geliştirilmiş örtük yasak motifler, halk masalları, destanlar, mitler ve efsaneler gibi sözlü gelenek ürünlerinde bulunmuştur. Bu örtük yasak motifleri, toplumun bilinçaltında yer edinmiş ve kuşaktan kuşağa aktarılarak benimsenmiştir. Efsane terimi, halk biliminin ayrı bir disiplin haline gelmesinden sonra kabul edilmiş ve bu noktadan itibaren efsaneyi tanımlama çalışmaları başlamıştır. Ancak, literatürde bir fikir birliğine varılamamıştır. Bu karmaşanın nedenleri arasında, araştırmacıların kullanılan yöntemler, bakış açıları, malzemedeki sınırlılıklar, efsanenin diğer türlerden farklı yönlerinin net olarak belirlenememesi, sözlü aktarım sırasında bağlama bağlı olarak değişebilmesi ve efsanenin hayali ve gerçeklikle iç içe geçmiş bir yapısının olması gibi faktörler bulunmaktadır ( Savaş, 2017).
Efsane terimi, halk biliminin ayrı bir disiplin haline gelmesinden sonra kabul edilmiş ve bu noktadan itibaren efsaneyi tanımlama çalışmaları başlamıştır. Ancak, literatürde yer alması bağlı bulunduğu bilimsel disiplinle aynı yaşta olsa da, tanımı konusunda henüz bir fikir birliğine varılamamıştır. Bu konudaki karmaşanın nedenleri arasında; araştırmacıların kullandıkları yöntemler, bakış açıları, kullanılan malzemenin sınırlılığı, efsanenin diğer türlerden ayrılan özelliklerinin kesin olarak belirlenememesi, sözlü aktarım sırasında bağlama göre değişebilmesi, efsanenin içinde hem hayalî hem de gerçekçi unsurları barındırması ve terimin kapsamının disiplinler arası bir nitelik taşıması gibi faktörler bulunmaktadır (Dervişoğlu, 2016: 25).
Efsane, bazen olağanüstü öğeler içerse de, anlatan ve dinleyenin efsanedeki olayın gerçek olduğuna inanmasıyla güçlendirilmiş bir inanç unsuruna dayanır. Belirli bir kişi, olay veya yerden konusunu alan, icra yeri ve bağlamı kesin sınırlarla çizilmemiş, öğüt verme, yol gösterme, köken açıklama gibi işlevleri olan, herhangi bir kalıba uymayan, sözlü geleneğin ürünü kısa nesir anlatımlarıdır (Dervişoğlu, 2016: 30).
Anadolu’nun dağlarının, taşlarının, ağaçlarının, nehirlerinin ve insanlarının söylenceleri, hikayeleri ve efsaneleri vardır. Ahlaki dersler vererek toplumların manevi yönünü güçlendiren bu efsanelerin hepsi de ibret dolu dersler içeren önemli örneklerdir ve yüzyıllar boyunca kuşaktan kuşağa aktarılmışlardır. Bu efsaneler kendi başlarına Anadolu mitolojisini oluşturacak kadar zengin ve derin bir anlatıma sahiptir. Ne söyleyenleri ne de ortaya çıkış zamanları belli olmayan bu efsanelerin hepsi de birbirinden ilgi çekici niteliktedir. Kimi türkülere, şarkılara, romanlara konu olan efsaneler, geniş kitleler tarafından sahiplenilmiş ve anlatılagelmiştir.
Efseneler ilk bakışta, gerçek üstü anlatıma sahip hikayeler gibi görünse de aslında insanların yaşadığı olağanüstü deneyimleri anlamlandırmak için oluşturulmuş halk hikayeleridir. Hepsinde onur, sevgi, vatanseverlik, yardımseverlik, dayanışma gibi erdemler vardır. Bu sebeple toplumdilbilimin dikkatini çeker.
2.1.1. Türk Efsanelerinde Kadın Kavramı
Anadolu efsanelerinde genç veya yaşlı kadınların efsanenin ana temasını doğrudan etkileyen önemli bir rol üstlendiklerini belirtmek mümkündür. Öncelikle genç kızlar efsanelerde temiz kalpli, hassas, kırılgan ve korunması gereken varlıklar olarak tasvir edilirler. Örneğin, Balıkesir’e ait Kaz Dağı ve Sarı Kız Efsanesinde iftiraya uğraması sonucu babası tarafından terk edilen bir kızın inancı sayesinde kendisini kurtarmakla kalmayıp ermiş olması ve dağda zorda kalanlara yardım etmesi tasvir edilmiştir. Bu efsanede kadın kavramının saf kalpliliğinden güç aldığına dair soyut temalar ön plana çıkar.
Sivas’a ait Kızlar Sinisi Efsanesinde ise gelin kızın eşkiyalar tarafından saldırıya uğramadan önce dua etmesi sonucu düğün alayıyla birlikte taş kesilmesi aktarılmaktadır. Burada da içtenlik, temiz bir kalp ve inanç ile sonu ölüm de olsa zulümden kurtulan bir genç kadın karşımıza çıkar. Taş kesilme motifi çoğu zaman cezalandırma olarak efsanelerde yer alsa da bu efsanede bir kurtuluş işareti olarak işlev görür. Denizli’ye ait Karayakıt Efsanesi’nde de benzer şekilde taş kesilme motifi bir genç kadının saldırıya uğramadan önce dileğiyle gerçekleşen bir kurtuluşu işaret eder. Her iki efsanede de genç kız korunmaya muhtaç, saldırıya maruz kalabilen, hassas, kırılgan varlıklar olarak karşımıza çıkar. Ordu’da Gelin Kayaları Efsanesinde ise düğün alayının taş kesilmesi motifi gelinin babasının beddua etmesi sebebi ile karşımıza çıkar. Babasının geçim kaynağı olan değirmen taşını çeyizine isteyen geline ve düğün alayına yaşlı baba beddua eder. Burada gelinlerin bencilce davranışlarının olumsuz sonuçlarına değinilir. Taş kesilme motifinin kadın duasıyla gerçekleşmesi Elazığ’da Hamile Dağ Efsanesinde de görülür. Kendisine ekmek verilmediği için köylülere beddua eden hamile kadın dağa dönüşünce köy sular altında kalır. Bu efsanede hamile bir kadının kutsiyetine dikkat çekilir. Değişik bir taş kesilme motifi Ağrı’da İki Bacı Efsanesidir. Geçimsiz kız kardeşlerin bedduaları Küçük Ağrı ve Büyük Ağrı’yı meydana getirir.
Genç bir kadının temiz kalple ettiği duanın kabul edilmesine Tunceli’de Gelin Pınar Efsanesinde de rastlanır. Kaynanasından çekinen yeni gelin sütü döktüğünü söyleyemez, onun yerine pınardan bakraca su doldurur bir yandan da mahçup olmamak için dua eder. Duası kabul olunur ve su, süte dönüşür. Bu efsanede hem gelin kaynana çatışmasına yer verilmiş hem de genç kızın temiz kalplilik özelliğine vurgu yapılmıştır. Gelin kaynana çatışmasına bir diğer örnek de Giresun’da Gelinkaya Efsanesidir. Burada da gelin kız kaynana korkusundan dua ederek taşa dönüşür. Efsanenin başka bir varyantında ise güzel bir kız görücü usuluyle sevmediği biriyle evlenmek üzereyken dua ederek taş kesilir. Görünen o ki Türk efsanelerinin çoğunda kadınların kendilerine çizilmiş kader karşısında inançlı olmak, çaresizliği kabullenmek, teslimiyet duygusuyla dua etmek ve ölmeyi bir kurtuluş olarak görmekten başka yolları yoktur.
Konya’da anlatılan Keçi Kalesi Efsanesinde karısı vefat edince kızını korumak için kızının üstüne tireyen bir baba, kızını kötülüklerden korumak amacıyla bir kale yaptırır. Bu efsanede de genç kız, korunması ve güzelliğinin saklanması gereken dolayısıyla birçok saldırıya maruz kalma ihtimali olduğu kadersel olarak kabul edilmiş bir kavram olarak karşımıza çıkar.
Korunması gereken değil de savaşçı kızlar olarak betimlenen bir efsane ise Ordu’da Uzun Kızlar Efsanesidir. Bu efsanede on iki savaşçı ve iki yiğit kız su almak için gönderilir. Burada kızlar cesur karakterler olarak anlatılsa da sonları birçok efsanede olduğu gibi düşmanın eline geçmektense ölmeyi tercih etmek, bu yönde dua etmekle ve dualarının kabulüyle gerçekleşir.
Cesur kadın kavramı Kayseri’de Erciyes Dağı efsanesinde karşımıza çıkar. Cis Hatun kendisiyle evlenmek isteyen delikanlıya âşık olur ve evlilik için şart koşulan dağa çıkıp ejderhayı öldürme görevinde delikanlıyı yalnız bırakmaz. Efsane âşıkların ölmüyle son bulur.
Şanlıurfa’da Hızmalı Köprü efsanesinde kocasını aramaya çıkan cesur bir kadın kavramı bulunur. Çoğu efsanelerin tersine bu efsane mutlu bir sona sahiptir.
Mersin’de Şahmaran efsanesinde büyülü bir varlık olan yarı insan yarı yılan Şahmaran’ın insanoğlunun ihanetiyle yüzleşmesi vardır. Şahmaran efsanenin sonunda kendisine ihanet eden genç adamı affetmekle kalmaz, ona verdiği son bilgiyle bilgelik bağışlar. Bu efsanede kadın kavramı; güçlü, koruyan ve özellikle bağışlayan bir figür olarak karşımıza çıkar.
Kadın kavramı özellikle genç kızlar için güzellik kavramıyla birlikte işlenmektedir. Toplumda genç kadınların güzel olması, güzelliğinin kendisini hiç görmemiş kişiler tarafından bile duyulmuş olması birçok efsanenin konusunu oluşturur. İzmir’de Güzellik Ilıcası Efsanesinde güzelliğiyle ünlü çoban kızının güzellik sırrı olarak şifalı sular gösterilir. Yine Denizli’de Pamukkale Efsanesinde çirkinliği canına tak eden kızın intihara kalkışırken tortulu sulara düşmesi ve güzelleşmesi anlatılır. Bu efsanelerde genç kızın güzel olmaktan başka bir özelliğine değinilmez. Aydın’da Anesi Efsanesi bir çingene kızının güzelliğini merkeze alır. Düğün gecesi kıza sahip olmak isteyenler çeribaşına saldırır. Bu efsaneye göre, çingene kızın çok sevdiği çeribaşının üzüntüsü onu çirkinleştirir. Görüldüğü gibi güzel olmak genç kadının sahip olması, koruması gereken bir özellik ve öncelik olmakla kalmayıp aynı zamanda saldırıları tetikleyen bir unsurdur.
Efsanelerin çoğunda aşklar konuşarak değil görüşmeden yaşanır. Konya’ya ait Keçi Kalesi ve Kaşıkçı Güzeli Efsanelerinde çoban, kızı görmeden âşık olur. Bu efsanelerde aşk kavramı genellikle ölümle sonuçlanır. Eskişehir’de Lületaşı efsanesinde çakı darbesiyle taştan çıkan bir kıza âşık olan çobanın sevdası ölümüne sebep olur. Bu efsanede bir kere gördüğü bir kıza duyulan sevda vardır. Elazığ’da Çayda Çıra Efsanesinde gizlice buluşan âşıkların sonu ölüm olur. Burada verilen mesaj evlenmeden önce görüşmenin yasak olduğudur.
Gizlice buluşma durumu Van’da Akdamar Efsanesinde bulunur, burada güzelliği dillere destan genç kız, bir keşişin kızıdır. Keşişin gizli buluşmaları öğrenmesiyle kurduğu tuzağa düşen âşıkların ölümü efsanenin sonudur. Efsanelerin çoğunda yasakları çiğnemek trajik ölümlerle sonuçlanır. Bu efsanelerin genç kızlara yasakların çiğnenmemesi gerektiği ile ilgili öğüdüdür. Aynı şekilde Sivas’ta Kız-Oğlan Mezarı Efsanesinde kaçan âşıklar yanarak can verir. Antalya’da Damlataş Efsanesinde Bizans tekfurunun kızı babasının uygun gördüğü kişiyle evlenmeyi reddettiği için Alanya Kalesine hapsedilir ve gece gündüz göz yaşı dökmesiyle efsane şekillenir. Muğla’da Kızkumru Efsanesinde gizlice buluşan âşıklar ölümden dönerek son anda kurtulup kurtulmadıkları belirsiz olarak efsane son bulur.
Efsanelerde mutlu sonla biten aşk çok azdır. Balıkesir’de Hasan Boğuldu efsanesinde ailesine bağlı olan Emine, sevdiği Hasan’ı zorlu koşullarda bırakır, bu yaptığından pişman olup döner ama Hasan’ın boğulduğunu anlar ve intihar eder. Görünen o ki tercihini sevdiğinin yerine ailesini seçmek, sevdiğiyle kaçmamak olarak kullanmış olan Emine bile sonunda aşkından ölmekten kurtulamaz.
Efsanelerde kadının davranışları toplumda birlik beraberlik ve dayanışmayı etkileyecek kadar hayati önem taşır. Malatya’ya ait Gelin Yurdu Efsanesinde ağanın kızı tarafından belirlenen yemeği değil kendi canının istediği yemeği pişiren kadının kocası evini yıkar ve bu durum tüm köyün yıkımına sebep olur. Burada bir kadının bireyselleşmesinin yıkıcı sonuçları hakkında bir uyarı söz konusudur.
2.1.1.1. Edirne Efsanalerinde Kadın Kavramı
Derviğoğlu (2016) tarafından derlenen Edirne efsanelerinde kadın kavramını merkezine alan efsaneler arasında kadına yönelik olumsuz bakış açısının bulunduğu efsaneler şunlardır:
Erkeklerde âdem elması oluşmasının sebebiyle ilgili efsane Hz. Havva’nın Hz. Âdem’e elmayı yedirmesi ancak Hz. Âdem’in yanlış bir iş yaptığını anlayarak boğazını sıkmasından kaynakladığı belirtilir (Dervişoğlu, 2016:283). Kemal Paşazâde efsanesinde Ahmet Çelebi ilim almak için Edirne’ye gelen Kemal Paşazade Ahmet Çelebi Dar’ul Hadis Medresesine gitmesi burada İsrafil’in genç bir kızı ona emanet etmesi onun da geç kıza kötü gözle bakmayıp ölümden kurtulması işlenmiştir (Dervişoğlu, 2016:395-396). Bu efsanelerde kadın günaha davet eden figür olarak karakterize edilmiştir.
Hasan Sezai Hazretleri efsanesinde Hasan Sezâi’in tövbekâr bir kadını dergâhına almasından dolayı iftiraya uğraması ve köylünün ondan af dilemesi işlenmiştir (Dervişoğlu, 2016:368). Bu efsanede kadın tövbekâr olsa da geçmişinin peşini bırakmaması ele alınmıştır. Hıdır Baba efsanesinde Hıdır Baba’nın meyve bahçesinin önünden geçerken canı meyve çeken bir kadının izin almadığı için meyveyi koparamaması ve tövbe etmesi işlenmiştir (Dervişoğlu, 2016:391). Bu efsanede kadın nefsine hâkim olamayan biri olarak karakterize edilmiştir.
“Kadınların İşleri Neden Hiç Bitmez?” sorusundan doğan efsanede Cebrail’in Hz. Havva’ya verdiği akılla iş yapması ve başka bir surette kendisine görünen Cebrail’e bu fikri kendi bulduğunu aktarmasıyla Cebrail’in beddua etmesi nedeniyle kadınların işlerinin hiç bitmemesi ele alınmıştır (Dervişoğlu, 2016:286-287). Bu efsanede kadın; benmerkezci, yalan söyleyen bir figür olarak karakterize edilmiş, bunun sonucunda kadının cezalandırılması konu alınmıştır.
Çiçek Hastalığı Getiren Kız efsanesine göre, bir köyde çiçek hastalığının yayılacağı zaman, beyaz tenli, kızıl upuzun saçlı, yüzü çilli ve boyu bir metre kadar olan bir kız çocuğunun evleri dolaşması ve uğradığı yerlere çiçek hastalığı yayması konu alınmıştır (Dervişoğlu, 2016:303). Çarşamba Karısı efsanesinde de aynı şekilde kadın figürü hastalık yayan olarak konumlandırılmıştır (Dervişoğlu, 2016:304). Bu efsanelerde hastalık kavramının kadınla ilişkilendirilmesi dikkat çeker. Çiçek hastalığında betimlenen kız, bölgede çok rastlanmayan fiziksel özelliklere sahip, bir nevi fantastik bir karakter gibi hayal edilmiş olsa da hastalık gibi olumsuz bir durumun bir genç kız üzerinden somutlaştırılmış olması toplumun kadına bakışı hakkında bilgi verir.
Bosnaköy efsanesinde 1940’lı yıllarda sele maruz kalan Edirne’nin Karaağaç bölgesindeki Bosnaköy’de sel felaketi yaşanmadan önce yaşlı bir kadın, yeni evli bir gelinin evine gidip onu sel felaketi için uyarması, kızın umursamayıp kimseye bu haberi vermemesi ya da köylülerin bu haberi umursamasından dolayı köyü sel alması işlenmiştir (Dervişoğlu, 2016:307). Bu efsanede kadın figürü umursamaz ya da umursanmaz olarak işlenmiştir. Efsanedeki diğer kadın figürü ise olağanüstü güçleri nedeniyle bilgeliğin temsilidir.
Ters Lale efsanesinde Selimiye Camii’nin yapılacağı yerde lale bahçesi bulunan inatçı, yaşlı bir kadının bahçesini satması karşılığı camiye onu hatırlatacak ters lale motifi işlenmesini istemesi konu alınmıştır (Dervişoğlu, 2016:368). Bu efsanede kadın dünya malına düşkün bir figür olarak karakterize edilmiştir. Ayrıca yaşlı kadınların masallarda cadı olarak betimlenmesine benzer şekilde huysuz ve inatçı oluşu fark edilir.
Adım Kayası efsanesini Dombay köyünün bulunduğu yere yakın yerde yer alan köyde eve gelin gelen bir kızın, bulunduğu eve belaların gelmesi ile başlar. Sürekli sabırlı olunmasını telkin eden kadın, kocası tarafından kurban edilir. Kadının kurban edildiği o kayada kocasının ayak izi çıktığından “Adım Kayası” olarak anılmıştır (Dervişoğlu, 2016:337-338). Bu efsanede kadın kaderine razı olan bir figür olarak işlenmiştir. Tüm Anadolu efsanelerinde kadının kabullenilmiş çaresizliği burada da karşımıza çıkmaktadır.
Kızlar Kayası efsanesinde Balkan savaşı sırasında düşman askerleri tarafından cinsel saldırıya uğramamak için kayalara atlayıp intihar eden iki kız kardeş konu alınmaktadır (Dervişoğlu, 2016:341). Meriç Nehri efsanesinde de benzer şekilde “Merice” adlı kızın abisi tarafından cinsel saldırıya uğramamak için intihar etmesi anlatılır (Dervişoğlu, 2016:341). Bu efsanelerde kadın, namusu için ölümü göze alan bir figür olarak karakterize edilmiştir. Ateş Çıkan Taş efsanesinde de benzer şekilde kadın cinayeti ele alınmıştır. Birçok Anadolu efsanesinde taş kesilme motifiyle karşımıza çıkan namusunu korumak adına ölmeyi tercih etme durumu bu efsanede de vardır ancak olağanüstü unsurların azalması söz konusudur.
Küçük Danişment köyünde birbirlerini seven iki gencin kavuşmak için birlikte kaçmaya karar vermeleri, kız kararından vazgeçince sevdiği erkek tarafından öldürülmesi işlenmiştir (Dervişoğlu, 2016:367). Bu efsanede kadın pişman olsa da yaptığı tercih nedeni ile öldürülmüştür. Anadolu efsanesinde olduğu gibi burada da âşıkların evlilik dışı görüşmesinin trajik sonuçları görülmektedir.
Kız Evliya efsanesinde Osmanlı-Rus savaşında Ruslar Edirne’yi işgal ettiğinde Rus askerlerin bir kıza tecavüz edip öldürmesi, komutanın kız için görkemli bir mezar yaptırmasına rağmen mezarın bir anda yok olması, genç kızın komutanın rüyasına girip şehitleri kefensiz yatarken mezarda yatamadığını söylemesi işlenmiştir (Dervişoğlu, 2016:428). Bu efsanede kadın vatansever olarak karakterize edilmiştir. Birçok Anadolu efsanesinde olduğu gibi kadınlar saldırıya maruz kalan ve buna karşılık ölmekten başka kurtuluşu olmayan figürler olarak karakterize edilmiştir.
Kadının toplum içindeki görevinin önemine değinen ve kadınların olumlu özelliklerinin vurgulandığı efsaneler ise şunlardır:
Tarhana çorbasının ortaya çıkışı ile ilgili efsanede ramazanda tebdil-i kıyafet giyinen Yavuz Sultan Selim yanına nedimi Hasan Can’ı da alarak Edirne sokaklarında dolaşması konu alır. İçtikleri çorbanın ismini soran Yavuz Sultan Selim’e ev sahibi mahcup bir şekilde hanımının evde bulunanları karıştırıp kaynattığını ellerinin dar olduğunu çorbanın da dar hane çorbası olduğunu ifade eder (Dervişoğlu, 2016:288). Bu efsanede kadın yoklukta bile güzel işler başaran bir karakter olarak tasvir edilir.
Aynalı Süpürge efsanesinde Edirne’de bir eve gelin olarak giden aynaya düşkün güzel bir kızın evin işlerini aksattığı için bu konuya çözüm bulmak isteyen kayınvalidesinin gelinin süpürgesine ayna takarak gelinine vermesi konu alınmıştır. Bu efsanede kadının toplumsal görevlerinin öncelikli olduğu vurgulanmıştır (Dervişoğlu, 2016:289). Efsanenin ikinci varyantında ev işlerini yapmaya üşenen bir gelinin kendisine görünmeden arkasından gelen kayınvalidesinden hep azar işitmemek için kayınvalidesinin geldiğini önceden görüp kendisine çekidüzen vermek istemesi ile süpürgenin kendi tarafına küçük bir ayna yerleştirerek kayınvalidesinin gelip gelmediğini aynadan gözlemesi konu alınmıştır. Burada kadının pratik zekâsı ön plana çıkmaktadır. Efsanenin diğer varyantında da kayınvalideleri ile ev işleri hususunda tartışan onun kötü sözlerine maruz kalan gelinler süpürge yaparken kendilerine laf söylemek yerine kayınvalidelerinin öncelikle kendilerine bakmalarını belirtmek için süpürgedeki aynayı abartılı hareketlerle kayınvalidesine doğru tutarak bu hislerini anlattıkları dile getirilir (Dervişoğlu, 2016:290). Bu efsanede de kadınların anlaşamadıkları ifade edilir. Bu varyantta kayınvalidesine hayat dersi veren gelinden yola çıkarak genç kadınların da bilgelik emaresi gösterebileceği fark edilse de aynı efsanede yer alan diğer kadın figürü yaşlı, huysuz ve geçimsiz olarak işlenmiştir. Bu efsaneyi olumlu bakış açısı olarak kategorize etmiş olsak da aynı zamanda kadına karşı olumsuzluk da içerdiği görülmektedir.
Göl Baba efsanesinde bir köydeki evlerin kapılarını tek tek çalarak bir parça ekmek isteyen, hiç kimsenin kapısını açmadığı yaşlı birine kapıyı açan kadının fırınında pişen tezeğin ekmeğe dönüşmesi konu alınmıştır. Efsanenin sonunda yaşlı adam kadın ve çocuklarını yanına alıp götürür ve köyü su basar (Dervişoğlu, 2016:307-308). Bu efsanede kadının yardımseverliği, iyilikseverliği, dayanışma ruhu sayesinde ailesiyle birlikte ödüllendirilmesi işlenmiştir.
Ağaç ile Sarmaşık efsanesinde Edirne II. Bayezid Külliyesinin darü’ş-şifa bölümünde akıl ve ruh hastalığı bulunan iki gencin iyileştikten sonra görüşememesi nedeni ile yeniden hasta numarası yapıp darü’ş-şifada buluşması Hızır’ın da onların ebediyen birbirlerine sarılmaları için kızı ağaca oğlanı sarmaşığa dönüştürmesi konu alınmaktadır (Dervişoğlu, 2016:365-367). Bu efsanede kadın aşkı için zor şartları göze alan nispeten cesur bir figür olarak işlenmiştir.
Ayak Baba efsanesinde kadının doğuştan kötürüm olan çocuğunu yerde durmasın diye Demirköy ile Hamzabeyli arasında meranın ortasındaki bir tepede mezarı bulunan Ayak Baba’nın mezarına koyması ve çocuğunun korkudan yürümeye başlaması işlenmiştir (Dervişoğlu, 2016:414). Burada kadın karakterin evlat sevgisi ele alınmıştır.
Sonuç ve Öneriler
Türk destanlarında ve Dede Korkut hikâyelerinde güçlü, cesur, hayat dolu, kutsal bir karakter olarak yer alan kadın kavramı Anadolu efsanelerinde neden çoğunlukla hassas, zayıf ve korunmaya muhtaçtır? Bu durum destanların toplumsal; efsanelerin yerel inanışları temsil etmesiyle açıklanabilir mi? Bildiriler genellikle akademik bir soruya dikkat çekmek için olduğundan efsaneler ve destanlardaki kadın kavramına toplumdilbilimsel bakışın araştırılması bir sonraki araştırmanın konusudur.
Edirne efsanelerinde kadın kavramını olumlu- olumsuz olarak kategorize etmek zordur çünkü efsanelerin çoğunda bu iki kavramın iç içe geçtiği tespit edilmiştir. Kadının toplumdaki yerine dair nispeten olumlu bakış açıları sergileyen efsanelerde bile biri yaşlı diğer genç iki kadın karakterin çatışması söz konusudur. Bazen yaşlı olan bilge bazen de huysuzdur. Nadiren genç olan bilgelik gösterir. Sözlü edebiyatın ürünlerin toplumun bilinçaltını yansıttığından bu bakış açısı efsanelerin ortaya çıktığı dönemlerdeki toplumun kadına bakışıdır çıkarımına varılabilir. Sonuç olarak dille ortaya çıkan veriler değişirse toplumun kadına bakışı da değişeceğinden günümüz yazarlarının bu konuda gereken duyarlılığı göstermesi gerektiği kanısındayız. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın” sözünde dile getirdiği gibi kadınların toplumda hak ettiği konuma ulaşması temennisi ile yola yapacağımız çalışmalara devam edeceğiz.
KAYNAKÇA
Aksan, D. (1988).Ortak Dilin Sözvarlığındaki Yeni Gelişmeler ve Etkenler. II. Dilbilim Sempozyumu, Anadolu Üniversitesi.
Aktaş E., Yılmaz İ. (2017). Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Kullandıkları Hitapların Toplumdilbilim Açısından İncelenmesi. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [Taed], 59, Erzurum 2017, 577-594
Aydınoğlu, N. (2014). Kadın ve Dil. Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 19, s. 217-230.
Chambers, J. K. (2013). Studying Language Variation: An Informal Epistemology. J. K. Chambers ve N. Schilling (Ed.), The Handbook of Language Variation (2. Baskı) içinde. Oxford: Wiley-Blackwell Yayınlar
Çek, S. (2015). Türk Halk Ninnilerinde Kadın Diline Ait Metaforlar Üzerine Bir Değerlendirme. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 2, s. 717-732. http://dergipark.ulakbim.gov.tr/teke/article/view/5000131711 (Son erişim: 09.06.2016).
Çevirme, H., & Oymak, R. (2009). Halk Anlatılarının Metinselliği. Motif Akademi Halkbilimi Dergisi, 2(3-4), 74-83.
Dervişoğlu M. (2016). Edirne Efsaneleri. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Doktora Tezi
Direkci, B. (2019). Examination of Pre-service Teachers Interpretation Case of Fossil Words in Turkish Reduplications/Idioms, International Journal of Instruction, 12, s.1157-1172.
Escarpıt, R. (1968). Edebiyat Sosyolojisi. Çev. Ali Türkay Yazıcı, İstanbul: Remzi Kitabevi, Kültür serisi.
Fishman, J. (1972). The Sociology of Language, Rowley: Massachusettes: Newburyhouse Yayınları
Gültekin, L. (2012). Nezihe Meriç’in İlk Dönem Öykülerinde Kadın Bakış Açısı. Atılım Sosyal Bilimler Dergisi, 1(2), 67-78.
Günay, D. (1995). Roman çözümlemesine toplumdilbilimsel bir yaklaşım. Dil Dergisi, 35, Ankara: Ankara Üniversitesi Tömer Yayınları, 1995.
Hymes, D. (1972b). On communicative competence. Pride, J.B. ve Holmes, J. (Ed.), Sociolinguistics. Londra:
Penguin Yayınları
İmer, K. (1987). Kuramsal bir bakış ve dil türleri. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, 31/1-2 (1987): 213-230.
İmer, K.(1990). Dil ve toplum. Ankara: Gündoğan Yayınları.
Karahan, F. (2001). Sakarya ili Aralık köyünde yaşayan Boşnakların etnikdilsel canlılık oranları, dillerine ve kimliklerine ilişkin tutumları, toplumsal ağları içinde dil kullanımları. XV. Dilbilim Kurultayı Bildirileri İstanbul: Yıldız Teknik Üniversitesi.
Kocaman. A. ve Osam, N. (2000). Uygulamalı dilbilim-yabancı dil terimleri sözlüğü. Ankara: Hitit Yayınları
König, G. Ç. (1991). Toplumdilbilim açısından dil ve dil türleri. Dilbilim Araştırmaları Dergisi, 1 (1991): 59-70.
König, G. Ç. (1992). Dil ve Cins: Kadın ve Erkeklerin Dil Kullanımı”. Dilbilim Araştırmaları Dergisi, Ankara: Hitit Yayınevi, s. 25-36.
Ocean A. (Çev: Sarıhan Ş.) (2023). Türk Mitolojisi. İstanbul: Mitoloji Tarihi Yayınları
Öztürk Dağabakan, F. (2012). Toplumdilbilimsel bir kavram olarak kadın-erkek dil ayrımına Türkçe ve Almanca açısından bir yaklaşım, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED], s. 87-106
Öztürk Dağabakan, F.(2016). Bir Toplumdilbilimsel Değişken Olarak Türkiye’de Kadın Dili Araştırmaları ve Görsel Medyada Kadın Dili. Diyalog 2016/1: 40-54
Savaş, H. (2017). Türk Efsanelerin Karşılaşılan Tabuların Tasnifine Dair Bir Deneme. Uluslararası Afro-Asya Araştırmaları Dergisi, 2017-1
Tdk, (1998), Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara
Vardar, B. (1998). Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, İstanbul: ABC Kitabevi.
Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2013). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. Ankara: Seçkin Yayınları
*Doktora mezunu, Trakya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yeni Türk Dili drsibelcelikel@outloouk.com
** Yüksek Lisans mezunu, Anadolu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uzaktan Eğitim Anabilim Dalı, inadinakivircik@gmail.com