Doğru Soruyu Sormak

blog yazarı
Kübra Eminoğlu

“Bir tüccar Mutluluğun Gizi’ni öğrenmesi için oğlunu insanların en bilgesinin yanına yollamış. Delikanlı bir çölde kırk gün yürüdükten sonra, sonunda bir tepenin üzerinde bulunan güzel bir şatoya varmış. Söz konusu bilge burada yaşıyormuş. Bir ermişle karşılaşmayı bekleyen bizim kahraman girdiği salonda hummalı bir manzarayla karşılaşmış. Tüccarlar girip çıkıyor, insanlar bir köşede sohbet ediyor, bir orkestra tatlı ezgiler çalıyormuş. Bilge sırayla bu insanlarla konuşuyormuş. Bizim delikanlı kendi sırasının gelmesi için iki saat beklemek zorunda kalmış.

    Delikanlının ziyaret nedenini açıklamasını dikkatle dinlemiş bilge, ama Mutluluğun Gizi’ni açıklayacak zamanı olmadığını söylemiş ona. Gidip sırayla dolaşmasını, kendisini iki saat sonra görmeye gelmesini salık vermiş. “Ama sizden bir ricada bulunacağım.” Diye eklemiş bilge, delikanlının eline bir kaşık verip bu kaşığa iki damla sıvıyağ koymuş “Sarayı dolaşırken bu kaşığı elinizde tutacak ve yağı dökmeyeceksiniz.” Delikanlı sarayın merdivenini inip çıkmaya başlamış, gözünü kaşıktan ayırmıyormuş. İki saat sonra bilgenin huzuruna çıkmış.

    “Güzel” demiş bilge. “Peki salonumdaki Acem halılarını gördünüz mü? Bahçıvan başının yaratmak için on yıl çalıştığı bahçeyi gördünüz mü? Kütüphanemdeki güzel parşömenleri fark ettiniz mi?” Utanan delikanlı hiçbir şey görmediğini itiraf etmek zorunda kalmış. Çünkü bilgenin kendisine verdiği iki damla yağı dökmemeye çabaladığından başka bir şeye dikkat etmemiş.

Paulo Coelho’nun Simyacı’sında yer alan bu hikayede bilgenin delikanlıya yaptığını biz öğretmenler de öğrencilerimize yapmaktayız. Çocuklarımıza çoktan seçmeli testlerde tam net yapmalarını beklediğimizi söyleyerek etraflarındaki harikaları görmelerine, bilgiye ulaşmanın hazzını yaşamalarına engel oluyoruz. Daha da acısı beklentimizin daha çok test çözmeleri olduğunu apaçık söylerken gerekli yaşam becerilerini kazanamıyor oluşlarını eleştiriyoruz.

Bir eğitim ve öğretimin niteliği, amacına ulaşıp ulaşmadığı, o eğitim ve öğretimin yöntemine uygun tasarlanmış ölçme ve değerlendirme ile belirlenebilir. Çocuklarımıza iki damla yağ verir ve onları bu yağı döküp dökmeme durumuna göre değerlendirebiliriz. Burada ölçütümüz yağı dökmemesidir. Yağı dökmeyen öğrenci başarılı olacaktır. Amacımız yalnızca yağı dökmeme becerisini kazanmasını sağlamak ise bu doğru bir değerlendirme yöntemidir. Ancak amacımız bununla birlikte çevresindeki harikaları keşfetmesini sağlamak ise bu ölçütü öğrencilerimiz bilmek zorundadır. Çünkü onlar bizim belirlediğimiz ölçütleri sağlayarak başarı elde etmek ister.

Aralarından biri yağı önemsemeyip çevresini keşfetmek isteyebilir. Yağı dökmemeye odaklanan diğer arkadaşlarına göre daha fazla şey keşfedebilir. Ancak yağını dökmeme ölçütünü sağlayamadığı için başarısız olarak değerlendirilir. Bu çok acıdır.

Eğitim programımızı 21. Yüzyılın gerektirdiklerine uygun olarak değiştirerek yeni yöntem ve yaklaşımları kullanmaya başlıyoruz. STEM bu yaklaşımlardan biridir. Kimimiz yalnızca moda olduğu için, kimimiz gerçek bir disiplinler arası eğitim sağlamaya çalıştığı için kullanmak istiyor bu yeni yaklaşımı.

Özellikle MEB’nın STEM Eğitim Raporu sonrasında bu yaklaşıma karşı ortaya çıkan sempati çok sevindirici. Ancak burada üzücü olan birkaç durum var; ticari kaygılar, yanlış yapılandırma ve yanlış ölçme-değerlendirme ihtimali. STEM’in eğitim sektöründe beraberinde getirdiği ticari kaygılar pek çok eğitimci tarafından sert eleştirilere maruz kalmaktadır. Burada aynı konuya uzun uzun değinmeyeceğim. Bu, ayrıca araştırılması ve sunulması gereken bir konudur. Burada değineceğim konu STEM’in beraberinde getirmesi gereken ölçme ve değerlendirme teknikleridir. Eğitim programımızı, felsefemizi ve yaklaşımımızı ne kadar değiştirirsek değiştirelim bu yeni yaklaşımın gerektirdiği ölçme ve değerlendirme tekniklerini sınavlarımıza entegre edemezsek hiçbir zaman ne kadar başarılı olduğumuzu fark edemeyeceğiz. Çevrelerindeki harikaları keşfetmelerini sağlamaya çalışırken onları yağı dökmeme özelliğine göre değerlendirirsek harikaları keşfetmelerini istememizin hiçbir anlamı kalmayacaktır.

Programımızı revize edeceksek, soru sorma felsefemizi de aynı ölçüde yenilememiz gerekecektir. Örneğin, öğrencilerimizden gazete kağıtları ile bir masa tasarlamalarını ve tasarladıkları bu masanın beş tane kitabı taşımasını istediğimizi düşünelim. Tasarımını tamamlayan öğrenciye yalnızca “Katı basıncı nelere bağlıdır?” sorusunu yönlendiremeyiz. “Tasarımın için kaç gazete kullandın? Masanın ayaklarının genişliğini neye göre belirledin? Kaç kez denedin? Kaç kez başarılı oldun? Başarısızlıklarının sebebi nedir? Gazete yerine başka hangi malzemeler kullanılırsa daha başarılı sonuçlar elde edilir? “ gibi sorular yönlendirerek bu soruların değerlendirilmesi için bir ölçek hazırlamalıyız. Öğrenci, katı basıncının bağlı olduğu faktörlere deneyimleri ile ulaşacaktır. Bizim yapmamız gereken tüm bunların sonunda tasarımı katı basıncı ile birleştirmektir.

Simyacı’daki hikaye şu şekilde devam etmektedir.

     “Öyleyse git evrenimin harikalarını tanı.” demiş ona bilge. “Oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin.” İçi rahatlayan delikanlı kaşığı alıp sarayı tekrar gezmeye çıkmış. Bu kez, duvarlara asılmış, tavanları süsleyen sanat yapıtlarına dikkat ediyormuş. Bahçeleri, çevredeki dağları, çiçeklerin güzelliğini, bulundukları yerlere yakışan sanat yapıtlarının zarafetini görmüş. Bilgenin yanına dönünce, gördüklerini bütün ayrıntılarıyla anlatmış. “Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede?” diye sormuş bilge. Kaşığa bakan delikanlı iki damla yağın döküldüğünü görmüş.“Peki,” demiş bunun üzerine bilgeler bilgesi, “Sana verebileceğim tek bir öğüt var: Mutluluğun Gizi dünyanın bütün harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan.

Evet bilgi güçtür. Bilgiyi ezberlemek değil, akılda tutmak gerekir. Akılda tutmak ise yalnızca daha çok uygulama, tekrar ve doğru değerlendirme ile gerçekleşir. Bir beceriyi kazandırmak için yeni bir yöntem kullanıyorsak bu yeni yönteme uygun sorular sormak, yeni yönteme uygun soru sorma yaklaşımları geliştirmek zorundayız.  Aksi takdirde öğrencilerimiz Simyacı’daki delikanlıdan farksız bir karmaşaya düşmeye devam edecektir.