Cumhuriyet, “Milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı yönetim biçimi”dir. 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti ilan edilirken, Milli Mücadele’nin bütün yükünü başından itibaren omuzlayan milletin rey ve rızasına başvurma ihtiyacı hissedilmemiş, “Halkın egemenliği kendi elinde tuttuğu devlet biçimi”ne geçilirken, her ne hikmetse, halka iradesi sorulmamıştır. Bir anlamda, millete rağmen anlayışı daha ilk günden uygulanmaya başlanmıştır. Böylece, ilan edilmiş ancak uzunca bir süre inşa edilmesinden kaçınılmış bir Cumhuriyetimiz olmuştur. Esasen bu gayet doğal bir sonuçtur. Çünkü Cumhuriyetin ilanı, yönetenlerin ifadesini; inşası ise, cumhurun iradesini gerektirir. Cumhurun iradesi olmadan Cumhuriyet idaresi olmayacağı gerçeği gözden kaçırılmak istenmiş, milletin egemenliğini kullanması için gereken demokratik işleyiş ve olması gereken organizasyon ve mekanizmalar, zaruret hali sayılabilecek Batı dünyasına eklemlenme durumuna kadar kurulmamıştır.
Milletimizin de, bizim de yönetim şeklinin Cumhuriyet olarak belirlenmiş olmasına yönelik şikâyeti değil, memnuniyeti söz konusudur. Yukarıdaki ifadelerde, Cumhuriyetin ilan edilmesinin değil, inşa edilmemesinin sorun olarak görüldüğü belirtilmektedir. Vesayetin devamını sağlamak adına millete yönelik “Cumhuriyetin varlığından rahatsız” suçlaması yapanlar, bu gerçeği gizlemeyi başarmışlardır. Bunun bir sonucu olarak, devletle millet Cumhuriyet tarihi boyunca neredeyse hiçbir zaman kucaklaşamamıştır. Cumhuriyet’in kurumları, millete hizmet eden, milletin mutluluğunu hedefleyen kurumlar olmak yerine millete tepeden bakan, milleti aşağılayan, milletin iradesini ya yok sayan ya da kontrol altında tutan kurumlar olmak üzere konumlandırılmıştır. Milletin değerlerine yabancı, hissiyatına uzak, millete karşı korunmacı refleksler içerisinde olan, milletin içerisine karışmayan yöneticiler, bilhassa cumhurbaşkanlarının kahir ekseriyeti, devlet millet arasındaki mesafenin kapanmamasına ya da artmasına sebep olmuşlardır.
Bu bağlamda, Cumhuriyet tarihinin kısa özeti şudur: Ne demokratik işleyişin ne muhalefetin ne de halkın belirleyiciliğinin bulunmadığı bir başlangıç ve hemen sonrasında devletin kendi tasarrufuna aldığı öz imkânlarıyla tarihinden, kültüründen, dilinden, değerlerinden, medeniyetinden koparılmaya çalışılmış bir millet. Bu uğurda çok canlar yakılmış, çok ocaklar söndürülmüş, çok imkânlar heba edilmiş, çok değerler yitirilmiştir. Bugün gelinen noktada, cumhursuz cumhuriyet sisteminin kendi anlayışı çerçevesinde bile doğru çalışmadığı, imalat hataları ürettiği daha açık görülüyor. 91 yıldır bütün imkânlarını -okulu, askerliği, devlet dairesini, basın-yayını, sinemayı, tiyatroyu, sokağı hatta camiyi- milletin dönüştürülmesine harcayan bu sistem, milleti özünden koparmayı başaramamıştır.
Bu çıplak sonucun yüksek sesle dile getirilmeye başlandığı, bununla yetinilmeyip sistemin dönüştürülmesini sağlayacak milli iradeyi güçlendirme çabalarının zirve yaptığı özellikle son on yıllık dönem, Cumhuriyetin cumhurla tanışmasına ve buluşmasına vesile olmuştur. 10 Ağustos’ta yapılan Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde, milletin bin yıllık tarihini, kültürünü, medeniyet değerlerini referans gösteren; bin yıllık medeniyet değerlerinin derinliklerinden beslendiğini vurgulayan, siyasi hayatını milletin bağrında yer tutma hedefiyle şekillendiren, imam hatip lisesi mezunu Recep Tayyip Erdoğan, milletin birebir belirleyiciliğiyle ve doğrudan seçimiyle Cumhurbaşkanı seçilmiştir. 1950’ye kadar iradesine ipotek konulan, 1950’den sonra da türlü tedbirler, fiili müdahaleler ve ‘cambaza bak’ oyunlarıyla iradesi yönlendirilen ya da yok sayılan millet, 21. yüzyıl şartlarında iradenin sahibi olduğunu tam manasıyla deklare etmiş ve iradesini sandığa yansıtarak Cumhurbaşkanını kendisi seçmiş, bu edimiyle gerçek Cumhuriyet’i ilan etmiştir.
Erdoğan’ın doğrudan milletin oylarıyla seçilmiş ilk cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte onca örselenmiş değeri diriltmek başta olmak üzere pek çok alanda, özellikle son on yılda, gerçekleştirilen iyileştirmelerin ardından bu sefer ta temele kadar inilerek, sistemin cumhurla uyumlu hale getirilmesi fırsatı ortaya çıkmıştır. Devletle milletin candan kucaklaşmasını sağlamak, sistemi millete göre yeniden kurmak, adeta Cumhuriyeti yeniden ilan etmek, bu coşkuyla ve ortaya çıkardığı sinerjiyle her alanda hinterlandımızın bizden beklediği Büyük Türkiye’yi inşa etmek imkânı doğrudan milletimizin eline geçmiştir.
Yeni dönemde, devletle milletin kucaklaşmasının kurumsallaştırıldığı sağlam adımlar atılması gerekmektedir. Bu yönde atılacak adımlar ve bu adımların dercedildiği sivil bir anayasa ile bugünkü demokratik kazanımların kalıcılığı ve milli iradenin etkinliği sağlanmış olacaktır.
Sistem millete göre yeniden kurulmaz ve atılan adımlar sabitlenmezse, sarsıntılı bir süreçte eski Türkiye yeniden sahne alır, 21. yüzyılın başları ancak bir bahar mevsimi olarak tarih kitaplarındaki yerini alır.