Akıllı Telefonlardan Vaz Mı Geçmeli?

Blog Yazarı
Bilge Sevil ASLANv

8 Eylül’de Almanya’nın Hamburg kentinde oldukça ilginç bir eylem yapıldı: Emil Rustige adındaki 7 yaşında bir çocuğun öncülüğünde yine yaşıtlarından oluşan yaklaşık 150 çocuk ebeveynlerini protesto etti. Yapılan eylem sadece çocukların örgütlenmesini, bilincini ve de cesaretini içerdiği için değil aynı zamanda tüm dünyanın yaşadığı bir sorunu dile getirdiği için dikkate değerdi: “Benimle Oynayın Cep Telefonuyla Değil!”. Büyük ihtimalle size de tanıdık gelmiştir bu serzeniş, sahi bugün ne kadar zamanınızı telefonunuza ayırdınız farkında mısınız?

Araştırmalara göre akıllı telefonu olan ‘ortalama’ bir insan haftada bir gününü telefonuyla geçiriyor imiş. Ben ise daha fazla olduğunu düşünüyorum, siz de kendinizi bir kontrol edin belki bana katılırsınız: Oynadığınız oyunlar, gruplardaki dedikodular, paylaşılan fotoğraflar, onca beğeni, izlendikçe uzayan ‘kısa’ videolar, ‘stalk’lamalar, yolda dinlemek için yeni yine yeniden oluşturulan ‘playlist’ler  ve sonunda alarmlı kurup uykuya dalma, uyuyamazsanız da bir kaç video ve beğeni daha! Zamanınız nasıl da israf oluyor bakar mısınız? Tabi ki siz de 2.48 milyar akıllı telefon kullanan insan gibi bu uçup giden zamanın farkındasınız ki ‘store’unuzda telefonunuz ile harcadığınız zamanı ölçen bir sürü uygulama var. Ancak haftada bir gün için de akıllı telefondan vazgeçilmez ki! Zira zamanınızı çok daha verimli geçirmenize yardım eden ve hayatınızı kolaylaştıran oldukça faydalı uygulama da var ve bunlara sıradan bir telefon değil, akıllı bir telefon sayesinde sahibiz. Daha önce gitmediğiniz bir yeri haritadan bulma, son dakika haberlerini öğrenme, dünyanın her yeri ile görüşebilme, para dahi çekebilme özelliği bile var, yüzünüzü tanıyabilir daha ne!

OYALANDIK BELKİ BİZ BU ALEMDE…

Yaklaşık bir ay önce akıllı telefonumu bir kenara bıraktım ve çekmecelere kaldırılmış eski bir ‘akılsız’ telefona geçtim. Yani yazıyı okumaya devam ediyorsanız size uyarmalıyım, akıllı telefonlar hakkında oldukça kötümserim! Sizinle akıllı telefonumdan vazgeçmeme neden olan temel 3 sebepten ve taze taze bu süreçte,  akıllı telefona sığınıp nasıl kendimi avuttuğumu fark ettiğimden bahsedeceğim biraz.

Yazıya en büyük sebeplerden biri olan ‘zaman kaybı’ ile başladım çünkü ilk farkındalığım kaybettiğim zamanı fark edince başladı. Ben de olumlu yanları ile törpülemeye çalıştım ilk önce bu olumsuzluğu. Eskiden otobüste giderken, arkadaşımı beklerken ya da uyumadan önce zaman geçsin diye oyalanırken hiç sıkılmazdım çünkü canım telefonum, telefonumun içinde bir çok oyun, müzik ve eğlence vardı. Sarjı bitinceye kadar durmadan vakit geçirirsem yapacak başka bir şey kalmadığı için huzurla uyurdum ! Hem yararlı uygulamalar da var; yeni bir dil öğrenebilirsiniz, adımlarınızı sayarsınız, meditasyon yapabilirsiniz ve daha neler neler! Sonra anladım tüm bunların ne kadar zamanı heba ettiğini. Artık bu zamanlarımı kitap okuyarak, etrafı gözlemleyerek ve en güzeli insanlarla konuşarak geçiriyorum, telefon ile ya da yüz yüze.  İlk önce 24 saatin ne kadar uzun olduğunu fark edeceksiniz, zamanla normalleşecek. Sonra ‘yararlı’ uygulamaların ne kadar ‘yararsız’ olduğunu, dahası asıl telefon bağımlılığını sağlayan yani zamanınızı hapseden şeyin yararlı sandıklarınız olduğunu göreceksiniz. Akıllı telefondan kurtulunca 1930’larda sigarayı bırakmış gibi olacaksınız; reklamlar ya da doktorlar içtikçe ömrünüzün uzayacağını vadetse de bıraktığınız gün kalan zamanınızı yaşayabileceksiniz.

İkinci sebep ise her şeyden önce gelen şu, sağlık. Zamanında cep telefonları için korkularak konuşulan bir çok zararlı konu bugün ‘dozunda’ sayılabilecek halde akıllı telefonları düşününce. Mesela son yıllarda artan kanser vak’alarının da telefonlardan yayılan radyasyonlar olduğu ile ilgili ciddi ‘şüpheler’ var. Eskiden de vardı ama akıllı telefonların katlanan radyasyon salınımı ve maruz kalınma süresi bu şüpheleri ciddi endişelere dönüştürdü. Özellikle kanser alanında çalışan bir kaç hocamın ‘aptal’ telefonları kullandığını görünce bu korku beni de sardı. Ama sizler telefonlarınızı uyuduğunuz odada tutmamaya ve yeni bir telefon alırken mutlaka SAR değerine dikkat etmeye, en azından kulaklık ile konuşmayı alışkanlık haline getirmeye dikkat edebilirsiniz. Uyuduğunuz oda demişken hani huzurlu bir uyku da demiştim ya yukarıda, işte o koskocaman bir yalanmış! Uyku hormonu olarak da bilinen melatonin hormon seviyesi telefonlarınızın yaydığı mavi ışık ile deli gibi azalıyor ve siz Kabul etmeseniz de –ki ben etmezdim bir zamanlar kaliteli bir uyku uymuyorsunuz. Bense ne kadar konuşursam konuşayım kulağımı yakmayan telefonum ile huzurlu bir uyku çekebiliyorum.

Son sebep ise akıllı telefonların iletişim kurmama engel olduğu hatta bu isteğimi yok ettiği. Yeter ki İnternet bağlantınız olsun, şu anda İngiltere’deki arkadaşınızla görüntülü konuşabilirsiniz, videolar gönderebilir, sadece ses kaydı atabilir, sosyal medyadan sizin unuttuğunuz telefonunuzun unutmadığı arkadaşlarınızla karşılaşabilirsiniz gayet tabi. Bunlar da sosyalliğinizi oldukça geliştiriyor gibi geliyor ayrıca anılarınız da telefonunuzda birikebiliyor. Akıllı telefon elimden düştüğünde tüm bunları kaybedeceğimi düşünmüştüm ben de oysa yanılıyormuşuz! Eski ‘akılsız’ telefonum sadece 15 mesajı kaldırabildiği ve tuşlarına basarken parmaklarınızı halter şampiyonasına hazırladığınız için daha çok telefon ile veya buluşup yüz yüze konuşmayı tercih ediyorum. Böylece insanların sesini duyuyorum, onlara o anı anında paylaşmaktansa anlarımı biriktirip, hatırlatmayı ve anlatmayı tercih ediyorum. Böylece anlarımı doya doya yaşamaya başladım; onları gözlemledim, hissettim, hatırladım, düşündüm ve arşivleyip telefona atmaktansa benimle kalmasına izin verdim. Ve bu, meşhur ‘privacy’ kavramını da anlamış oldum; ne insanların paylaştığı ‘story’lerden çıkarımlar yaptım ve kapattım ne de paylaştığım ‘story’ler ile kendimi kandırdım. Bunların yerine onları merakla dinledim, anlamaya çalıştım; hayatımı da karelere, kısa cümlelere sığdırmaya çalışmadım ve sadece yaşadım sonra soranlara filtresiz anlatabildim.

Özetle akıllı telefonların zararlarını araştırmak ya da düşünmek bir cehennem gibi! Her ne kadar kötümser olarak başlasam da yazıya yine de endişelenmeye gerek yok kanımca. Sadece yavaşça ‘akıllı’ telefonunuzu bırakın ve size eski telefonlara dönseniz ne kaybedersiniz bunu düşünün. İlk akıllı telefon olan IBM Simon, 1992 yılında üretildi; takvim, note-pad, faks alışverişi ve hatta dokunmatik ekranı bile vardı. Ancak çok az kişi ilgilendi ve akıllı telefonlar hayatımıza tam anlamıyla 2010 yılında girebildi. 1973’te ise yani ilk taşınabilir cep telefonu piyasa girdiğinde hala bir “Alo!” diyebilmek için saatlerce kuyrukta bekliyorduk. Akıllı telefonlar olmadan da yaşayabildiğimizi hatırlamanızı istiyorum! Bir türün evrimleşmesi için de milyarlarca yıl geçmesi gerektiğini düşünürsek ne ara akıllı telefonlar için yaratıldık?