İnterpro Holding’in pazarlama, araştırma, etkinlik ve medya firması olan İnterpromedya tarafından gerçekleştirilen ICT Summit Eurasia-Bilişim Zirvesi, bu yıl ele aldığı konu ve konuklarıyla oldukça ilgi çekiciydi. “Next Step” temasıyla eğitimden sağlığa, iş dünyasından yeni nesil annelere (mom Z) zengin bir içeriğe sahipti.
Eş zamanlı oturumların yanı sıra bilişim sektörünün önde gelen firmaları ve akıllı şehir uygulamalarıyla çeşitli belediyelerin temsilcileri, bazı özel hastaneler de stand açmışlardı kongre merkezinde. Oturumlardan fırsat buldukça bilişim dünyasının zenginliğini ve insanlara sunduğu yaşam kolaylıklarını test etme şansı bulabileceğiniz bazı etkinlikler vardı. Dört tarafı bilişim ağlarıyla çevrili konukların yükselen tansiyonlarını ölçmek için Acıbadem Hastanesi iş başındaydı. Hem akıllı hastane uygulamalarını anlattılar hem de oracıkta kanımızı alarak şeker testi yaptılar. Çekmeköy belediyesinin “akıllı kalem” uygulamasını bizzat deneyerek işe yarayıp yaramadığını test ettim. Kocaman bir kalemle özel bir kağıda yazdığınız kişisel bilgileriniz ve belediyeye iletmek istediğiniz şikayet, soru vs. anında belediyenin değerlendirme havuzuna alınıyor. Oldukça modern bir yöntem. Tabi ilgili kişilere sorduğum ilk şey, çözümlerin de bu kadar hızlı olup olmadığıydı. Büyükşehir belediyesinin ulaşım sistemlerinde bilişim teknolojilerini nasıl kullanıldığı, hastanelerde akıllı randevu sistemleri,
kurumsal şirketlerde bilgi depolama işlemleri ve daha pek çoğu bilişim zirvesinin 3 günlük yolculuğu içinde yerlerini almıştı.
Eğitim dünyasından bir katılımcı olarak tabi ki öncelikle bilişim sistemlerinin eğitime yansımalarıyla ilgili oturumlar ilgi odağım oldu. Bu nedenle özellikle araştırmacı, yazar, düşünür Charles Eisenstein ve Samsung Mobil İletişim Departmanı İş Çözümleri Birimi’nin Kıdemli Başkan Yardımcısı Bum-Coo Cho’nun konuşmalarına katılarak “sonraki adım” ların neler olacağını görmek istedim.
Yale Üniversitesi’nden Matematik ve Felsefe derecesi alarak mezun olan araştırmacı, yazar, düşünür Charles Eisenstein’ın eğitimi de içine alan günümüz ekonomik, kültürel ve sosyal paradigmalarının dönüşümüyle ilgili konuşması oldukça etkileyiciydi.
Aslında ekoloji ile ilgili söylemlerin son yıllarda çok popüler ve ilgi odağı konular olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla Eisenstein ‘ın ekolojinin önemine vurgu yapması bir yenilik olarak değerlendirilemez. Ancak, -belki de aldığı felsefe eğitiminin yansımaları olarak – Einstein’ın ekolojik tutumu, doğaya dönüşü adeta bir“karma” hareketi gibi ifade etmesi onun söylemini diğerlerinden farklı kılan yönüydü. “Doğaya dönüş ekonomisi” olarak nitelendirdiği yeni nesil bir ekonominin ip uçlarını anlatırken, bu dönüşün doğayla bütünleşmenin yanı sıra doğuştan bize verilmiş meziyetlere bir teşekkür olarak doğaya katkıda bulunarak borcumuzu ödeme olarak nitelendirdi. O’na göre; yıllardır her değişim ve ilerleme adını verdiğimiz her yenilik bizi gittikçe doğadan uzaklaştırdı. Bilgi toplumu olarak doğadan daha da uzaklaşmaya başladık. Ve bilişim sistemleri sayesinde sadece insana özgü pek çok eylemi de (iletişim, sosyalleşme..vs.) sanal eylemlere dönüştürerek doğadan uzaklaşma serüvenimizi zirveye taşıdık. Doğadan, toplumdan, kendimizden hızla uzaklaşıyor ve sürekli tüketiyoruz. İnsanoğlu, en büyük ideali olan doğaya hakim olma hayalini gerçekleştirdikçe kendi varoluşunu da tehlikeye atmaya başladı. Var ettiği şeylerle kendi doğasını yitirme arasında kalıp ilginç bir paradoksun kahramanı olan tek canlı insanoğludur herhalde. Bilişim zirvesinin “sonraki adım” teması sanırım Eisenstein’ın konuşmasında bize verdiği ipuçları nedeniyle “son adım” değerlendirmesi yapmamızı sağladı bazılarımızın.
“Nereye gidiyoruz? Bu soru çok önemli. Sanayi devrimi ve sonrasında yaşananlar bizleri doğadan tamamen uzaklaştırdı. Birey ve doğada bir tür olarak bazı şeylere katkıda bulunmak istiyoruz. Bireysel olarak bizim dışımızda olan şeylere. İşte bu noktada diğer insanlardan kopuk olmadığımızı fark etmemiz gerekiyor.” Bu, yalnızca ekosistem içerisinde değil, insanın kendi doğasına dönmesi gerektiğinin yani toplumsal bilincini geliştirmesi gerektiğinin bir ifadesi. Eisenstein, bireylerin çok önemli bir özelliğe sahip olduğunu vurguladı: “Vermek”
“Bugün bilgi, toplumsal yaşama katkıda bulunmak için önemli. Çünkü ekonomik sistemler eski mitlerin üzerinde duruyor hala. Bu mitler en özet anlamda doğaya hizmet etmek değil, doğayı sömürmek üzerine temellendirilmektedir. Oysa insan refahı için geliştirilen ekonomi, her zaman insan refahını sağlamada yeterli olamıyor. Bunun anlamı insanoğlunun kendi refahı için doğaya yaptıklarından kaçamayacağı gerçeğidir.” Eisenstein’a göre eğer birey olarak kendi dışımızda olan kişi veya olaylara olumlu olarak bir katkıda bulunursak yaşatacağımız refah yine bize katkı sağlayacak şekilde geri dönecektir. Bunun tersi de mümkün tabi. Sorumsuzca yaptığımız her tür davranış bir süre sonra bizim dünyamızda bizi rahatsız edecek bir şekilde geri dönecektir. ABD’li bir düşünürün batı felsefesi geleneği içerisinde daha bireyci olması beklenir şüphesiz. Eisenstein bu bağlamda adeta doğu medeniyetinin toplumsal etkileşime dayalı düşünme geleneğini benimsediğini, hatta “next step” olarak da insan ve doğanın dengesini tekrar sağlamak adına bu düşünceyi canlandırmamız gerektiğini öneriyor. Burada bir felsefeci olarak ister istemez felsefi düşüncenin bir zaman ya da uygarlığa bağlı olmaksızın nasıl evrensel ve yol gösterici olduğunu hatırlatma şımarıklığı yapmak istiyorum.
Eisenstein’a göre dünyada artık ekonomik büyüme için yer kalmadı. Zira büyüme ya doğadan aldığımızı ürüne dönüştürmekle ya da bir ürün yaratıp (teknoloji) onu yaymakla olur. Ancak günümüzde kendi doğal kaynaklarımız içinde ürüne dönüştürülebilecek şey kalmadı. O halde ürün oluşturacak yeni ülkeler bulmak gerekiyor. Dolayısıyla Eisenstein’a göre mali kriz dediğimiz şey tam da bu. İhtiyaçların çeşitlenerek artması ve doğanın bu ihtiyaçlara artık karşılık verememesi.
Eisenstein, kişisel olarak sonraki adım için sorumluluğumuzu şöyle ifade etti: “Biz, yeteneklerle donanmış olarak dünyaya geliyoruz. Sahip olduğumuz hiçbir şey bizim icadımız değil. Madem bize verilmişlerle dünyaya geldik, o halde karşılığını vermeliyiz. Tabi bu sadece kazanmak ve zenginleşmekle değil, doğaya ve başkalarına ne verebileceğimizi bilmekle mümkün olabilir.” Tabi bu bağlamda kurumlara da pek çok sorumluluk düşmektedir. Şirketler, imkan ve fırsat yaratan, dünyayı zenginleştiren bir misyona sahip olmalıdırlar.
Son olarak yaşadığı ülkeye de ciddi göndermeler yapan Eisenstein, ABD’nin gelişme olarak nitelendirdiği pek çok yeniliğin birer çıkmaz olduğunu ve bu yüzden farklı gelişim biçimlerinin de takip edilmesi gerektiğini vurguladı. Örneğin ABD daha hızlı ve bol ürün alabilmek için kimyasallar kullanarak tarımsal faaliyetleri berbat etmiştir. Bu yüzden günümüzde ekolojik tarım faaliyetlerini tekrar canlandırmaya çalışmaktadır. Oysa Türkiye’de hala kırsal kesimdeki insanlar toprakla iç içe. Dolayısıyla ideal tarım biçimine dönüşüm daha kolay olabilir.
Ve son söz; Eisenstein’a göre tek çözüm yine doğaya dönüş olacak. Çünkü, cömertliği, paylaşmayı, vermeyi, sürdürülebilirliği benimsemedikçe, mevcut ekonomik yaklaşımlar bizi hiçbir yere götüremez.”
Sevgi Şişman