EINSTEIN’IN BÜYÜK AŞKI

Blog Yazarı
Bahar Eriş

Dr. Bahar Eriş

“Müziksiz bir hayat düşünemiyorum. Hayallerimi müziğin içinde yaşıyorum. Hayata müzik açısından bakıyorum. Hayatta bana en çok zevk veren şey müzik”.

Bunlar, Alman asıllı fizik dehası Albert Einstein’e ait sözler.

Einstein’in müzik merakını az çok biliyordum. Hafta sonu yeğenlerimle Zorlu Center Gösteri Sanatları Merkezi’nde katıldığımız etkinlik bilgilerimi tazeledi. Değerli akademisyen ve keman sanatçısı Dr. Erman Türkili’nin hazırlayıp sunduğu “Çocuklarla Müzik”, son derece öğretici ve interaktif bir etkinlik. Viyolanın kemandan farkını, obuanın ve fagotun sesini, çok sevdiğim bir bestenin adının Kılıçların Dansı olduğunu, enstrüman çalmanın zekayı ve hafızayı nasıl geliştirdiğini ve başka pek çok şey öğrendim.

Erman Hoca, etkinliğin bir bölümünde de, çocuklara Einstein’in müziğe nasıl aşık olduğunu anlattı. Einstein, “Bilim adamı olmasaydım, müzisyen olurdum” demiş. Aslında alçakgönüllülük etmiş, çünkü değme müzisyene taş çıkartacak kadar iyi keman çalıyormuş ve müziğe gerçek bir aşkla bağlıymış.

Einstein Hangi Besteciye Aşıktı?

Einstein’in annesi Pauline çok yetenekli bir piyanistmiş, dolayısıyla müzik Einstein’lerin evinde hep varmış. Küçük Albert 6 yaşındayken, ailesi halen Münih’te yaşarken keman çalmaya başlamış. Ama bir türlü sevememiş kemanı…Ta ki 13 yaşında, bir bestecinin eserlerine aşık olana kadar.

Bu noktada Erman Hoca çocuklara dönüp sordu, ben de size sorayım: Sizce hangi bestecinin eserleri Einstein’in kalbini çalmış?

“Mozaaart!” diye bağırdı çocuklar (Bu doğru değil, çocuklar bağırmadı. Ellerini kaldırıp sırayla cevap verdiler. Başta öğretmen böyle rica etmişti çünkü. Çocuklara saygıyla yaklaşınca onlar da aynı saygıyı gösteriyor).

Evet, doğru cevap Mozart’tı. Einstein Mozart ve Bach’ın müziklerine aşıkmış. Mozart’ın müziğini keşfettiği andan itibaren, keman hayatının ayrılmaz bir parçası haline gelmiş. “Mozart’ın müziği öyle saf ve güzel ki, evrenin iç güzelliğinin bir yansıması gibi…” demiş bir seferinde.

Bu arada Einstein bilim adamı diye müziğini hafife almayın, epey iyi bir keman sanatçısıymış. İkinci eşi Elsa, “Küçük bir kızken Albert’a aşık oldum, Mozart sonatlarını öyle güzel çalıyordu ki…” demiş. 17. doğum gününde de bir okulun müzik sınavında keman çalmış. Sınavdaki jüri üyelerinden birinin yorumu şöyle: “Einstein adında bir öğrenci, Beethoven’ın sonatlarından birindeki adagio’yu öylesine derinden hissederek çaldı ki, adeta parladı”. Arkadaşı Janos Plesch de “Daha iyi teknikle çalan çok müzisyen vardır, ama bence onun kadar samimiyetle ve derinden hissederek çalan başka biri yoktur” diyor.

Hayatının sonuna doğru, sol elinin yavaşladığını hissedince, kemanı bırakmış ve bir daha da eline almamış. Ama asla enstrümanına olan aşkını yitirmemiş. Bir keresinde, “Bu hayatta bana en büyük zevki kemanım verdi” demiş. (1)

Müzik Einstein için sadece bir hobi değil, aynı zamanda çalışmalarında büyük bir yardımcıymış. Teorileri üzerinde çalışırken bir yerde takılınca, ara verip keman çalarmış. Bu kısa keman molaları onun tekrar işine odaklanmasını sağlıyormuş. Geri döndüğünde, zihni berrak bir biçimde, problemlerini daha rahat çözebiliyormuş.

Çocuğun Kalbine Giden Yol

Bir yerde Erman Hoca şu anda ismini hatırlamadığım bir besteden bir bölüm çaldı ve çocuklara sordu: “Ne hissettiniz?” Cevap vermek için elini kaldıran ufak yeğenime ne hissettin diye sordum. Kulağıma şöyle fısıldadı: “Aşk”! Ne düşünerek söyledi bilmiyorum, ama böyle hissetmesi çok hoşuma gitti.

Einstein’ın bilime olan aşkı daha ağır basmasaydı acaba bugün bilim farklı bir noktada olur muydu? Mozart’ın müzik aşkı olmasaydı, o sonatları bestelemeseydi, Einstein teorileri üzerinde aynı şevkle çalışır mıydı? Acaba izafiyet teorisinin doğuşunu dolaylı yoldan Mozart’a borçlu olabilir miyiz?

Einstein başta kemanı sevmemiş, ama Mozart’a aşık olunca kemana da aşık olmuş. Aklıma daha önceki bir yazıda anlattığım kitap okumayı sevmeyen yaramaz çocuk geldi. Çocuk okuldan da kitaptan da nefret ederken, bir gün kapağında çıplak kadın resmi gördüğü bir kitabı kütüphaneden çalmış ve sonrasında bu kitapları okuya okuya kitap aşığı olmuştu.

Fazıl Say’ın annesi de, oğlu daha küçücükken önüne bütün enstrümanları dizmiş… Küçük Fazıl hiç birine pas vermemiş, ama piyanoya gelince bir türlü başından ayrılamamış. Annesi de oradan yola devam etmiş.

Her çocuğun kalbine giden bir yol var. Mesele, o yolun nereden geçtiğini bulmak. O yolu bularak yeteneklerini, güçlü ve zayıf yönlerini geliştirmeye çalışmak…

Dediğim gibi, benim için çok öğretici bir etkinlikti. Öğrendiğim en önemli bilgi ne miydi? Kız yeğenimin keman çalabildiğini (utanç içinde) öğrendim.

Finlandiya Mucizesi

Müzik eğitiminin önemi çok iyi anlamış ülkelerden biri Finlandiya. 2 Şubat’ta Bahçeşehir Üniversitesi’ndeydim. Finlandiya’daki eğitim reformunun mimarlarından Pasi Sahlberg bir konferans verdi. Paylaşacak çok not var.

Onlar da bir sonraki yazıda…